Sosyalist Projenin Uygulama ve Ahlâkî Başarısızlıkları Hakkında Herkesin Bilmesi Gerekenler
Dr. Williamson M. Evers, Kıdemli Araştırmacı, Independent Enstitüsü
Çeviren: Ünsal Çetin – Liberal Düşünce Topluluğu
“Resmen başlayalı yetmiş beş yıldan daha az bir süre geçtikten sonra, kapitalizm ve sosyalizm arasındaki çekişme bitti: Kapitalizm kazandı”. Robert L. Heilbroner, “The Triumph of Capitalism”, (The New Yorker, 16 Ocak 1989).
Takdim
Profesör Heilbroner’in sosyalizmin ölümünü ilanı büyük ölçüde abartılıydı. Sosyalizm, belki de yeryüzündeki diğer her politik ideolojiden çok daha fazla kez, kendi küllerinden yeniden doğdu. Günümüzde, Sovyet lider Mihail Gorbaçov planlı bir ekonomi idealini toprağa gömmeye yardım eden reformları uygulamaya koyduktan 30 yıldan fazla bir süre sonra, sosyalist doktrinler bir kez daha rağbet kazanıyor, özellikle de genç insanlar arasında.
Sosyalizm hakkında çok şey yazıldı, fakat çok da az okundu (bir başka ifadeyle, çok az ciddi eser yazıldı). Independent Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı Dr. Williamson M. Evers tarafından derlenen, bu tavsiye edilen açıklamalı kitaplar listesi, sosyalizme dair şimdiye kadar yazılan en vukufiyetli eleştirilerin bir kısmını öne çıkarmak suretiyle, bu açığı kapatmaya çalışır. Bu kitapların dört–beş tanesini bile dikkatle okuyan birinin sosyalizm hakkında, sosyalistlerin kahir ekseriyetinin sahip olduğundan çok daha güçlü bir kavrayış kazanacağını dile getirmek abartı değildir.
Dr. Evers bu derleme hakkında “Sosyalizm hakkında mevcutlar içinde okunabileceklerin en iyi listesi budur” demektedir.
Independent Enstitüsü Başkanı David J. Theroux da aynı fikirdedir. “Bu tenkidî bibliyografya derin bir şekilde ihtiyaç duyulan dengeyi sağlayabilir. Gerçeklere sadık kalarak, bu kitapların yazarları okuyucularına sosyalizm hakkında besledikleri her şüpheciliğin haklı olduğunu gösterir. Onların açıkladığı gibi, sosyalizmin sorunu onun pratik başarısızlığının çok daha ötesine ulaşacak kadar kapsamlıdır. Sosyalizmin teorik temeli ahlâken çarpıktır ve sosyalizm kaçınılmaz surette muazzam adaletsizliklere ve istismara giden yolu döşer”.
Sosyalizme Dair Eleştirel Bir Bibliyografya
Şayet bu listeden tek bir kitabı okuyacak olursanız, Francis Spufford’un Kızıl Bereket’ini (Red Plenty) tercih ediniz. Eğer sadece ikisini okuyacaksanız, ikinci tercihiniz Ludwig von Mises’in Sosyalizm: İktisadi ve Sosyolojik Bir Tahlil’inden (Socialism: An Economic and Sociological Analysis) yana olmalıdır.
Paul Craig Roberts, Marx’ın yabancılaşma teorisi hakkında değerli bir açıklama sunar. Roberts daha sonra, Marx tarafından tasvir edilen sosyalist ütopyayı aslına sadık kalarak fiiliyata geçirme amaçlı başarısız bir girişim olarak, (1918–1922) Sovyet “savaş komünizmini” tartışır. Roberts ayrıca 1922 sonrası Sovyet ekonomisinin, son derece kötü olmasına karşın, gerçekte nasıl çalıştığına dair bir izahat sunar.
Bu eser, İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer uluslardaki sosyalist teori ve sosyalist politik akımlarda yer bulan anti–Semitizmi inceler. Sosyalist teorisyenlerin çoğu kapitalizmi Yahudiler ile özdeşleştirmiştir. Kitap diğer teorisyenlerle birlikte, Charles Fourier, Ferdinand Lasalle, Karl Marx, Friedrich Engels ve Jean Jaurès’i tartışır.
“Piyasa sosyalizmi”, biraz ayakta kalacak olsa dahi, müdafilerinin ütopik rüyalarına sadık kalamaz.
Komünizmin tahakküm ve soykırım envanterini belgeleyen, uluslararası bir “çok satan” kitap.
Rand Paul şöyle yazar: “Modern politik tarihin en büyük ironilerinden birisi, sosyalistlerin dünyanın her yerinde otoriter rejimleri devirmek üzere yükselişe geçmiş olmalarına karşın, (hür demokrasileri tesis etme yeminlerine rağmen) nihayetinde kendilerine ait otoriteryen rejimleri kurmuş olmalarıdır”.
Bu kitap Nobel İktisat Ödüllü F. A. Hayek’in Önsöz’ü ve Sonsöz’ü ile birlikte, Ludwig von Mises’in “Sosyalist Dünyada Ekonomik Hesaplama”, (“Economic Calculation in the Socialist Commonwealth”) makalesini içerir. Ayrıca, N. G. Pierson, George Halm ve Enrico Barone tarafından kaleme alınan bağlantılı makaleleri ihtiva eder.
Kaynakça niteliğinde değerli bir eser. Kısa bir analiz ile birlikte, Eugen von Böhm-Bawerk, Ludwig von Mises, Karl R. Popper, Isaiah Berlin, H. B. Acton, John Plamenatz, Eric Voegelin, Leszek Kolakowski ve J. L. Talmon’un Marksizm eleştirilerini içerir.
Frank D. Dikötter Çin Komünist Partisi’nin eskiden gizli olan belgelerini derler ve onları okuyucularına Kültürel Devrimin açık bir tarihsel tasviri içinde sunar.
Sovyetlerin 1930’larda siyasi muhalifleri tasfiye mahkemeleri hakkında bir romandır. Romanda eski bir Bolşevik mahkûm işlemediği suçları Komünist Parti’yi memnun etmek için itiraf eder.
Ekonomist David Prychitko şöyle yazar: “Şüphesiz ki, [komünist] Yugoslavya realitesi, [en akla yakın şekliyle ekonomist Branko Horvat tarafından ifade edilen] öz–yönetim sosyalizmi teorik planına göre işlemekte ağır bir şekilde başarısızlığa uğradı… Horvat, Hayek’e cevap vermemişti. Ancak, eleştirilere, hiçbir erkek veya kadının eylemi ile gerçekleşmesi mümkün olmayan soyut bir model içeren kötü bir teoriyle karşılık verdi ”.
Mises’in sosyalizm altında ekonomik hesaplamanın imkânsız olduğu şeklindeki (ilk olarak 1920’de yayınlanan) orijinal argümanını anlatır. Murray N. Rothbard bu eser hakkında şöyle yazar: “Bu çalışma göstermiştir ki, sosyalist planlama kurulu üretim araçları için hakiki bir fiyat sisteminden mahrum kalacağı için, planlamacılar bu kaynakların (üretim araçlarının) maliyet, kârlılık ve verimliliğini rasyonel bir şekilde hesaplamaktan aciz olacaktır. Ve bu yüzden de, modern kompleks bir ekonomide kaynakları rasyonel şekilde tahsis etme yetenekleri olmayacaktır”.
Ekonomist Murray N. Rothbard 1988’de bu çalışmanın “sosyalist hesaplama tartışması hakkındaki en iyi ve en kapsamlı eser” olduğunu yazdı.
Otteson, G. A. Cohen’in Sosyalizm, Neden Olmasın ki? (Why Not Socialism?) kitabını eleştirmek için Adam Smith’in Ahlâkî Duygular Kuramı (Theory of Moral Sentiments – 1759) kitabından faydalanır. Smith bizi, insanoğlunu bir satranç tahtası üzerinde sıralamak ve hareket ettirmek isteyen “sistemin adamı” hakkında uyarır. Sosyalist merkezî planlamacılar insanoğluna nesneymiş gibi muamele eder ve insanların, satranç taşlarından farklı olarak, kendi hayatları, amaçları ve projeleri için ahlâkî bir hakka sahip olduğunu umursamaz.
Ekonomist Murray Rothbard’ın, Mises’in sosyalizm altında ekonomik hesaplamanın imkânsızlığı tezine Lange–Lerner tarafından verilen cevabı tepeden tırnağa ve etkili şekilde yıktığı makalesidir.
Stalin’in yoldaşı komünistleri katlederek tasfiye edişini ve toplumun geri kalanının büyük ölçüde biçilmesini anlatır.
Sovyetler Birliği'nin zorunlu emek kamplarının klâsik bir anlatımıdır.
Stalin’in Ukrayna’daki bilinçli bir şekilde topluma yayılan kıtlık politikasını anlatır.
Reel sosyalist ülkelerde, merkezî planlama diye adlandırılan şey çaresiz surette düzensizdir ve kargaşa içindedir. Warren Nutter şöyle yazar: “Sovyet planlamasını sözü geçen emir, amaçlar ve devamlılık sahibi bir süreç olarak resmetmek dahi mümkün müdür? Bence değildir… Sovyet ekonomisinde, parlak bilgin liderlerin bir denklemler sistemi sürüsünü çözdükleri ve bu matematik çözümlerin bir şeyi ya da diğerini optimize ettiği emirleri vermek üzere duraksayacakları kurmay karargâhları yoktur”.
Wetter, Sovyetler Birliği’ndeki felsefî gelişmeleri inceleyen Batı’daki en başarılı bilim insanıydı. Bu eserde, Wetter Sovyet Rejiminin ve Komünist Parti’nin kendi ideolojik taleplerini bilim insanlarına nasıl dayattığını ve bilim insanlarının buna karşı nasıl direndiğini detaylı olarak anlatır. Bilimin ideoloji tarafından bu tahrifatı, Komünist Parti’nin “Lysenkoism” olarak adlandırılan bilim dışı doktrini dayattığı bir alan olan genetik sahasında bilhassa tahripkârdı.
Marksizm’in (diyalektik materyalizmin) ve Marxçı politik teori ve etiğin felsefi temeline dair detaylı fakat kolay anlaşılır, eleştirel bir sunumdur.
“Enformasyon ve Verimlilik: Başka Bir Bakış Açısı”, (“Information and Efficiency: Another Viewpoint”, Harold Demsetz. The Journal of Law and Economics (cilt. 12, no. 1), Nisan 1969, ss. 1–21.
W. MacKenzie bu makale hakkında şunu yazmıştır: “Ekonomistler Kenneth Arrow ve Harold Demsetz epeyce dikkati hak eden… bir tartışma yaptılar. Arrow serbest girişim ekonomilerinin araştırma ve icat alanlarına riskli olması nedeniyle yetersiz yatırım yaptığını iddia eder. Arrow ayrıca bir ‘ideal sosyalist ekonominin’ araştırma ve yeniliğe dair bilgiyi/enformasyonu ücretsiz arz edeceğini, böylelikle bu tarz enformasyonun kullanımı ile üretimi için ödüllendirmeyi birbirinden ayıracağını da ileri sürer. Demsetz ise, genel olarak ‘piyasa başarısızlığı’ yazınına ve Arrow’un enformasyon üstüne argümanlarına dair yıkıcı bir tenkit kaleme alır… Piyasa aksaklıklarına devlet müdahalesi ihtiyacı için kanıt olarak işaret etmenin ‘Nirvana Safsatasına’ kapılmak olduğunu ifade eder. Bu safsatada, sözüm ona kusurlu reel piyasalar en cüzî kusurdan bile mahrum hayalî hükümet kurumları ile karşılaştırılır”.
Fikir tarihçisi David Hart bu kitap hakkında şunu yazmıştır: “Avusturyalı ekonomist Eugen von Böhm-Bawerk (1851–1914), Das Kapital’in üçüncü cildinin Marx’ın ölümünün ardından 1894’te yayınlanmasından kısa bir süre sonra, Marx’ın ekonomik teorisine dair tahrip edici bir eleştiri yazdı. [Böhm-Bawerk] Marx’ın üç cilt boyunca nasıl kendisiyle çeliştiğini dikkatle ve metodolojik olarak göstererek işe başlar. Ayrıca, Marx’ın (bir şeyi üretmek için harcanan emek miktarına dayalı olan) değer teorisi hakkındaki görüşlerinin nasıl hatalı olduğunu… (Üreticiler arasındaki rekabet, hammadde ve emek, arz ve talebindeki değişiklikler gibi) ekonomik sürecin malların fiyatını etki altına alan mühim veçhelerini nasıl göz ardı ettiğini, kısa bir süre önce geliştirilmiş Avusturyalı yaklaşıma ilaveten piyasa sisteminin fiiliyatta nasıl çalıştığını gösteren empirik çalışmaları da nasıl ihmal ettiğini… ve aynı miktar emek süresinin üretim yapısı boyunca harcandığı yere bağlı olarak nasıl farklı şekilde ödüllendirilmek zorunda olduğunu gösterir”. Ekonomist Murray N. Rothbard ise şöyle yazar: “Böhm-Bawerk, Marx’ın [Das Kapital’in üçüncü cildinde] emek değer teorisinden zımnen vazgeçtiğini, sabırla, adım adım gösterir. Aşikâr şekilde, [Marx] kârların piyasa genelinde eşitlenme eğiliminde olduğunu ve bu yüzden de emek değer teorisinin yenik düştüğünü kabul etmek zorunda kalmıştı”.
Sosyalist teorisyenler reel sosyalizm altında basın hürriyetini koruma hakkında bol keseden atıp tutarlar. Fakat özel mülkiyet hakları olmadığında bu özgürlük hayatta kalmadı ve kalamayacaktır da.
Oskar Lange’ın, Ludwig von Mises tarafından dile getirilen bir problem olarak, sosyalizmin ekonomik hesaplama sorununu çözmek amacıyla, simüle edilmiş piyasaları kullanma önerisi hakkında bir tenkit. Warren Nutter şöyle yazar: “[Lange’ın] teorik aracının ne kadar boş olduğunu görebiliriz. Bölünebilir ve başkalarına aktarılabilir mülkiyet haklarını içermeyen piyasalar katıksız illüzyondur. Piyasalara dağınık güç ve sorumluluk olmadan, gerçek veya taklit, herhangi bir rekabetçi davranış olamaz. Şayet bütün mülkiyet gerçekten kolektivize edilirse ve bütün fiyatlamalar gerçekten merkezileştirilecek olursa, bir mekanizmanın rekabetçi özel girişim işlevini herhangi ciddi bir bakımdan yeniden üretebilmesi için hiç alan kalmaz”.
David Prychitko klâsik Marksizm’in başlıca sütunlarını (emek değer teorisini, yabancılaşma ve fakirleşme teorilerini) eleştirerek özetler. Hayek ve Mises’in, sosyalist planlamanın tutarsızlığı ve işlevsizliğine dair eleştirilerinin önemine işaret eder.
Raico yazar ki: “Şayet Stalinizm gibi bir şey vuku bulmamış olsaydı, bu mucizeye yakın bir şey olurdu. Marx ve Engels’in yalnızca ‘burjuva’ özgürlüğü ve ‘burjuva’ adaleti olarak hakir gördüğü şeyi tahkir ederek, Lenin basın özgürlüğünü imha etti, polis gücüne karşı bütün korumaları yıktı, hükümet yönetiminde güçler ayrılığı ve dengeleme ve denetlemeye dair her imayı reddetti. Nitekim, Marx ve Bolşevik takipçilerine göre, bütün bunlar zamanı geçmiş ve geleceğin sosyalist toplumu için hiçbir önem taşımayan ‘burjuva ideolojisi’nden başka bir şey değildi. Güçler ayrılığı ya da adem–i merkezileşmeye dair bir iz, ‘birleşik üreticilerin’ merkezi otoritesine karşı dengeleyici bir gücün en ufak bir iması, sosyal yaşamın bütününün tek elden planlanışı vizyonuna doğrudan karşıt görülmüştü”.
Reel sosyalist bir toplum olarak Polonya’nın detaylı bir vaka analizidir. Toplumun her seviyesindeki insanlar mal ve hizmetleri temin etmek için bağlantılara ve tanıdıklara dayanmak zorundaydı. Bu tür bağlantıların iyi niyetli kullanımı kolaylıkla yozlaşmış kullanımlara ve ahlâkî çürümeye dönüştü. Ülkenin ekonomik düzensizliği ve kıtlıklar egemen elitin ayrıcalıklarının temelini oluşturdu. Yazarlar şöyle ifade ederler: “İşte o komünist Polonya’da… devlet kitleleri baskı altına aldı, egemen sınıfın ideolojik hegemonyasını dayattı ve talihli birkaç kişinin politik gücü ve ekonomik refahını korumaktan başka bir amacı olmadığı görülen politikaları izledi”.
Perry Link bu kitap hakkında şunu yazmıştır: “Çıplak Yeryüzü’nde, Chang [1949’dan 1953’e dek süren] bir komünist toprak reformu kampanyası esnasındaki lisan dayatmasının, bir (Çin) köyü üstüne dev bir kek kalıbı gibi nasıl çöktüğünü gösterir. George Orwell gibi, Chang da otoriteryen bir politik sistemin insanlara günlük yaşamlarında ne yapacağı hakkında doğrudan bir algılamaya yönelik altıncı hisse sahip görünmektedir. Büyük bir politik sisteme ait kirli maziyi geride bırakır ve bunun yerine insanların hayatlarına odaklanır. Sistemin onları zorladığı şeye intibak sağladıkça, insanların nasıl davrandıklarına ve nasıl yere yıkıldıklarına yoğunlaşır”.
Orwell, komünist Rusya’nın özelliklerini –oligarşik kolektivizm olarak adlandırdığı– çok daha kâbus dolu bir istikamette büyük ölçüde genişleten, distopik bir geleceği resmeder. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört daimi savaş, propaganda, ifade kontrolleri, kişi kültleri ve devlet gözetimi gibi konuların izini sürer. David Ramsay Steele’nin yazdığı gibi: “Orwell’in, [Raymond] Williams, [Isaac] Deutscher ve E. P. Thompson gibi en şiddetli sosyalist eleştirmenleri genellikle sosyalizm hakkında muazzam miktarda bir laf kalabalığı üreten insanlardı. Bu isimler, sosyalizmin hiçbir zaman demokratik olamayacağına işaret eden argümanlarla hiç hesaplaşmaksızın, sosyalizmin ifade tarzının/lügatinin demokratik olması gerektiğine inandılar”.
Sovyetler Birliği’nin reel sosyalizmindeki egemen sınıfın sosyolojisini anlatır.
1. Dünya Savaşı sonrası dönemin en önemli Fransız klâsik liberali olan Raymond Aron, Fransız entelektüellerinin yaşamını ve bu yaşamın sonucu olarak yükselen anti–kapitalist olma modasını tasvir eder.
Reel sosyalizm sanat özgürlüğünü nasıl imha etmeye çalışır? Sovyet otoritelerinin Doktor Jivago romanını yasaklama çabalarının kronolojik bir anlatımı. Kitap Sovyet bürokratları baskıcı eylemleri esnasındayken dökümante eder. [Çevirenin notu: Boris Leonidoviç Pasternak (1890–1960) Rus şair, oyun yazarı, romancı ve çevirmendir. Çağımızın en büyük şairlerinden sayılmaktadır. 1920’lerde Rus edebiyat çevrelerinde “Şairlerin Şairi” unvanını alan sanatçı, SSCB’nin kültür politikalarını yönetenlerle ters düşmüş ve eserleri 1936’dan itibaren ülkesinde yasaklanmıştır. Nazım Hikmet’in yaşam hikâyesi ile oluşan tezat kanaatimce dramatiktir].
Almanya’nın klâsik liberal politik partisinin 19. Yüzyıl’ın son dönemlerindeki lideri tarafından yazılan distopik romandır. Bryan Caplan’ın yazdığı gibi: “Sosyalistler iktidarı ele geçirmeden on yıllarca önce, Eugen Richter sosyalizmin yıkıcılığını önceden görmüştü. 20. Yüzyıl’ın muazzam trajedisi şudur; dünya totaliter sosyalizmi Richter’in öngörülü romanının yerine acı tecrübelerden öğrenmek zorunda kalmıştı. Pek çok insan Berlin Duvarı çökünceye kadar gerçeği görmekte başarısızlığa uğradı. Ancak o gün geldiğinde, heyhat ki, artık çok geçti”.
Bu analitik çalışma, resmi Sovyet devlet ve Komünist Parti arşivlerinden kanıtlara dayalı olarak, siyaset biliminde “rasyonel tercih” yaklaşımından faydalanmak suretiyle, reel sosyalizmin neden ve nasıl böylesine başarısız olduğunu anlatır. Paul Gregory’nin yazdığı gibi: “[en tepede Politbüro ve hemen altında ona tabi Gosplan gibi] ‘diktatörler’ ve [üretimi gerçekleştiren ya da bu üretim için sorumlu tutulan] ‘vekiller’ arasındaki amir–memur probleminin (principal–agent problem) bir çözümü yoktu. Üretici–vekiller keyfi ve yıkıcı emirler altında boğulmuş olduklarını haklı olarak ileri sürüyordu… Öte yandan, diktatörler ise vekillerin fırsatçı olduklarını, vekillerin yalan söylediklerini, aldattıklarını ve işletmelerini kendi çıkarlarına göre yönettiklerine işaret ediyordu. İki taraf da haklıydı”.
Boettke, 1918’den 1921’e Sovyet ekonomisinin, Marx’ın parasız, piyasasız (nonmarket) bir ekonomi vizyonunun Bolşeviklerce uygulamaya alındığı bir teşebbüs olduğunu gösterir. Bu teşebbüs felaket niteliğinde bir başarısızlıktı. Boettke, Sovyet siyaset bilimci Alexander Tsipko’yu iktibas eder. Tsipko (1988–89’da) demokratik sosyalizmin bütün müdafilerinin cevaplayamadığı o soruyu yükseltir: “Nasıl olur da, her vakada ve istisnasız ve her ülkede piyasaya ve mal–para bağlantılarına karşı savaş çabaları her daim otoriteryenizme, bireyin haklarının ve onurunun ihlallerine ve kadri mutlak bir idare ile bürokratik bir cihaza yol açmaktadır?”
Sosyolog Michels “oligarşinin demir kanununu” ileri sürer. Sosyalist partilerin, işçi sendikalarının ve diğer grupların bir elit grup tarafından idare edileceğini ve uygulamada eşitlikçi olamayacağını gösterir. Michels yazar ki: “Seçilenin seçmenler üzerinde, mandaterin mandacılar üzerinde, temsilcinin temsil edilenin üzerindeki hâkimiyetini doğuran şey organizasyondur. Organizasyon diyen kişi, oligarşi der”.
“Tarihsel Kaderin Önlenemez Kanunlarına faşist ve komünist imana” karşı bir reddiye.
Tarihsel bir romandır. Tom Palmer şöyle yazar: “Spufford… birçok insanın SSCB’nin ‘kapitalist batıyı’ tüketici malları imalatında geçeceğine inandığı [Nikita Khrushchev yönetimi altındaki] dönemi tasvir eder… Spufford SSCB’de var olan ekonomik sistemin asli işlevini açıklamada hayranlık uyandıran bir iş çıkarır. Bunu, blat’ın (iltimasların karşılıklı değişiminin) ve tolkachi’nin (eksik olan şeyleri arz etmek üzere, dolaylı alış–verişin organize ve karmaşık zincirlerini “çekenlerin” ve “birleştirenlerin”) oynadığı role odaklanarak yapar”.
Henry Hazlitt şöyle yazar: “Eastman geçtiğimiz yüzyıl boyunca, sosyalizmin denendiği her ulusta ve her şekliyle başarısızlığa uğradığını anlatır. Politik özgürlüğün rekabetçi bir piyasa ve fiyat sistemine neden bağlı olduğunu açıklar. Onun argümanları kendi kişisel tarihi nedeniyle daha da ikna edicidir. Aşırı bir sol kanat sosyalisti olarak başladı. The Masses’in ve daha sonra The Liberator’ün editörü olarak şunu ifade etmişti; ‘Amerikan tefekkürü savaş alanında sesimin ve dergimin sahip olduğu bütün tesirle, Bolşeviklere karşı savaştım’”.
David Gordon’un “Sosyalizm İçin Marksist Gerekçe” (“The Marxist Case for Socialism”); Ralph Raico’nun “Marksist Sınıf Doktrininin Klâsik Liberal Kökenleri” (“Classical Liberal Roots of the Marxist Doctrine of Classes”); ve Murray N. Rothbard’ın “Dinsel Bir Ahiret Bilimci Komünist Olarak: Karl Marx” (“Karl Marx: Communist as Religious Eschatologist”) isimli makalelerini ihtiva eder.
Felsefeci David Gordon, emek değer teorisini ve Hegel’den gelen “yabancılaşma” kavramını terk etmiş olan, fakat yine de Marx’tan geri kalanın çoğuna tutunmak isteyen (John Roemer, Jon Elster ve G. A Cohen gibi) “analitik Marksistleri” soruşturur.
Mises’in sosyalizm altında iktisadi hesaplamanın imkânsızlığı argümanına dair bu tartışmada, Lavoie neoklâsik iktisadın statik denge modelinden yüzünü çevirir. Bunun yerine, sosyalizmi, girişimciler arasındaki rekabetin desantralize ve verimli ekonomik koordinasyona yol açtığı, dinamik piyasa süreci ile karşılaştırır.
Hayek’in kitabı, şayet sosyalist uygulamalara başlanacak olursa gerçekleşecek olan, hür kurumların kaçınılmaz yozlaşması ve beşeri değerlerin feda edilmesi hakkındadır. Peter Boettke bu kitap hakkında şunları yazmıştır: “Hayek iddia eder ki, [klâsik] liberalizm piyasa rekabeti üzerinde kısıtlamalar talep eden her argüman hakkında “sağlıklı bir şüphe” bildirmişti. Sosyalist teori, rekabetçi sistemi eleştirisiyle birlikte, özel taleplere karşı [klâsik] liberal kısıtlamaları ne yazık ki bir kenara itti. Ve sosyalist planlama bayrağı altında, rekabete karşı hükümetten korunma talep etmek amaçlı bir çıkar grupları seli için kapıyı araladı…
Hayek, ekonomik özgürlüğün ve politik özgürlüğün birbiriyle bağlantılı olduğu şeklindeki [klâsik] liberal önermenin en insicamlı ifadelerinden birisini sunar… Hayek ileri sürdü ki, ekonomik kontrol yalnızca insan yaşamının geri kalan kısmından ayrılabilir olan bir sektörünü kontrol etmez; ekonomik kontrol bütün amaçlarımız için gerekli araçların kontrolüdür. Ve araçların tek elden kontrolüne sahip olan bir kimse, aynı zamanda hangi amaçlara hizmet edileceğini, hangi değerlerin daha üst ve alt sıraya yerleştirileceğini, –kısacası, insanların neye inanması ve ne için mücadele etmesi gerektiğini de belirlemek zorundadır. Merkezi planlama ekonomik problemin birey yerine toplum tarafından çözüleceği anlamına gelir; fakat bu ayrıca toplumun ya da daha doğrusu onun temsilcilerinin farklı ihtiyaçların nispi önemine karar veren kişiler olmalarını gerektirir”.
Hepimiz Sovyetlerde sosyalizmin çöküşüne ekonomik durgunluğun ya da silahlanma yarışının baskısının sebep olduğunu duymuşuzdur. Bunun yerine, bu kitap sosyalizmin çöküşüne ahlaki bir tiksinmenin sebep olduğunu iddia eder. Öncelikle, zirvedeki komünist egemen elitin çoğu ve sonra –olayların açığa çıkardığı üzere– toplumun geri kalanı, reel sosyalizmin tabiatında yerleşik ahlaki çürüme ve insan onuruna saldırılar karşısında ahlaki tiksintilerini seslendirdiler. Aron yazar ki, “[Vassily] Grossman’ın ifade ettiği gibi, özgürlüksüzlük, Lenin tarafından başlatılan binanın temelinde, Stalin’in bu temel üstüne diktiği sütunlarda ve Stalin’in haleflerinin binaya yaptığı eklemelerde mündemiç idi. Bu binanın onur kırıcı ağırlığı yalnızca entelijensiyanın –entelektüelin, yazarın, akademisyenin üstüne çökmedi. Grossman’ın Her Şey Geçip Gider (Forever Flowing) romanındaki kahraman, özgürlüğün sadece konuşma, basın, din özgürlüğü olmadığı sonucuna varır. Özgürlük, köylünün istediğini ekme hakkıydı veya bir tacirin ayakkabı ve bot yapma, ekmek pişirme ve istediği kişiye satma ya da ürettiklerinin hiç birini satmama hakkıydı. Özgürlük, bir sanatçı için ne idiyse, bir tornacı veya çelik üreticisi için de oydu: emir aldığın gibi değil, istediğin gibi yaşa ve çalış”.
James C. Scott merkezde oturan bürokratların kibrini analiz eder ve okuyucularını teknokratların otoriteryen zihin yapısı hakkında uyarır.
Sosyalizmin birçok açıdan etraflıca bir incelenişidir. Mises’in sosyalizm altında ekonomik hesaplamanın imkânsızlığı şeklindeki klâsik argümanını içerir. Henry Hazlitt’in bu kitabın “Sosyalizm hakkında şimdiye kadar kaleme alınan en tahrip edici eleştiri” olduğunu yazmıştır.
Frédéric Bastiat, Eugen von Böhm-Bawerk, Eugen Richter, Yves Guyot, Paul Leroy-Beaulieu, Ludwig von Mises, F. A. Hayek, H. B. Acton, Alexander Gray ve diğerleri tarafından yazılan sosyalizm eleştirilerinden seçkileri içerir.
Mises’in sosyalizm altında ekonomik hesaplamanın imkânsızlığı argümanına dair bu tartışmada, de Soto girişimciliğe odaklanır. De Soto işaret eder ki, ekonomideki rollerinden ötürü, sadece girişimciler “farklı hareket istikametlerinin sonucu olarak piyasa fiyatları tarafından tabir edilen ekonomik değeri” tahmin edebilir. Fakat sosyalizm girişimciliğin hür tatbikini, bilhassa üretici varlıklarla ilgili olarak baskı altına alır. Girişimcilikten doğan pratik enformasyon olmaksızın, hiç kimse ekonomik alternatifler arasında rasyonel kararlar alamaz. Kitabın en tüyler ürpertici kısmı Maurice Dobb’un görüşleri hakkındaki dört sayfadır. Dobb ekonomik hesaplamanın sosyalizm altında imkânsızlığına dair iddiasında Mises’in haklı olduğunu kabul eder. Fakat sosyalizmin (ve tüketici tercihinin, meslek seçiminin, piyasaların ve piyasa benzeri kurumların külliyen baskı altına alınmasının) verimlilik ve rasyonel karar almadan daha önemli olduğunu dile getirir.
Bütünüyle teknokrat bir elit tarafından beceriksizce yönetilen baskıcı, sınıflara bölünmüş, hiyerarşik toplumlara dönüşmeden önce –hepsi demokratik sosyalizm olarak başlamıştı. Günümüzün demokratik sosyalizm yanlıları “bu defa farklı olacak” dediklerinde, sadece sosyalizmi uygulamaya alan her teşebbüste vaat edilmiş bir şeyi tekrar ediyorlar. Kitabın bölümleri Stalin’in Sovyetler Birliği, Mao’nun Çin’i, Küba, Kuzey Kore, Kızıl Kmerlerin Kamboçyası, Arnavutluk, Doğu Almanya ve Venezuella hakkındadır.
Gevşek bütçe disiplini bir ekonomik firmanın, harcama ve gelirleri arasındaki “hesapları tutturma” zorunluluğu alışkanlık kazanacak şekilde zamanla gevşediğinde ortaya çıkar. Çünkü aşırı harcama devlet tarafından karşılanır. Firmalar bunu beklemeye başlar çünkü bu uygulama kamu politikası olmuştur. Bu gevşeklik firmaların fiyat sinyallerine tepkiselliğini zayıflatır ve verimsizlikler üretir. Sosyalist ülkeler “piyasa sosyalisti” reformlarına girişince, tipik surette firmaların kârları işçi ve yöneticilerine dağıtmasına izin verirler. Fakat, hepsi de basiretsizliği teşvik eden sübvansiyonlara, kredi değerliliği olmayan firmalara ödünç vermeye ve finansal zararların devlet tarafından emilmesine devam ederler. Bu konu, yazarın kendi ülkesi Macaristan komünist bir idare altındayken dahi, (dikkatle) üzerinde yazdığı, yazarın öncüsü olduğu bir konudur. Bu makalede, Kornai konu hakkındaki yaşam boyu süren araştırmasını özetler.
Anderson ve Boettke 1921 sonrası Sovyet ekonomisini Avrupa’nın (14. Louis yönetimi altındaki Fransa gibi) 16. ve 17. Yüzyıl merkantilist devletlerine benzetir. Komünist egemenler Sovyet yanlılarına tekeller ihsan etti. Egemen elit bunun karşılığında, statü, güç ve ayrıcalık şeklinde ödüller hasat etti. (Klâsik merkantilizm döneminde olmayan) Sovyet merkezi planlamacıları gerçekte geleceği planlayamazdılar ve planlayamadılar da. Onlar tekelciler arasındaki sürtünmeyi/sürtüşmeyi hal yoluna koymaya çalıştılar.
Norberg der ki: “İsveç sosyalist değildir. Eğer [Bernie] Sanders ve [Alexandra] Ocasio-Cortez Amerika’yı gerçekten İsveç’e dönüştürselerdi, bu Amerika neye benzerdi? Bu, Birleşik Devletler için, örneğin daha fazla serbest ticaret ve daha deregüle bir ürün piyasası, Fannie Mae ve Freddie Mac’in kapatılması ve mesleki lisanslama ile asgari ücret yasalarının ilga edilmesi anlamına gelirdi. Birleşik Devletler ayrıca mülkiyet, hediye ve veraset vergilerini ilga etmek zorunda kalırdı. ABD’deki yakın tarihli vergi indirimi sonrası dahi, Amerika kurumlar vergisini biraz daha indirmek zorunda kalırdı. Amerikalılar sosyal güvenlik sistemini, kişilerin belirlenmiş tazminat alacaklarından kişilerin belirlenmiş katkı paylarına geçecek şekilde reform etmek ve özel bireysel emeklilik hesaplarına izin vermek ihtiyacı duyardı. Ayrıca özel okulların, kamu okullarında olduğu gibi, öğrenci başına aynı miktar devlet tarafından fonlamaya sahip olduğu kapsamlı bir okul–kupon sistemini benimseme ihtiyacı duyarlardı. İsveç sosyalist değildir. Eğer bu sosyalizm ise, beni yoldaş diye çağırın”.
Hong Kong’un ‘bırakınız–yapsınlar’ politikaları ile Küba’nın sosyalist politikalarının sonuçlarını karşılaştırarak, Monnery bu iki ülkenin ekonomilerinin hikâyesini Hong Kong’un Finans Bakanı John Cowperthwaite ve Che Guevara’nın öyküleri üzerinden anlatır. Neil Monnery şöyle yazar: “Küba net bir amaca sahipti. Guevara’nın zamanından bu güne, şeker üretimine daha az bağımlı, modern bir ekonomi yaratmak istiyordu. Fakat, ekonominin nasıl evrimleşmesi gerektiği hususunda merkezi bir görüşe sahip olmayan Hong Kong, gerçekten kalkınma ve değişimi doğuran ülke olmuştu”.
Komünist bir diktatörün oğlu ve politik mirasçısının bir toplumu nasıl de–sosyalize ettiğini (Ludwig von Mises’in ferasetine dayalı olarak) anlatan bir roman.
Ekonomist Frank Knight bir keresinde şöyle yazmıştı; “İktidardaki insanların, iktidarın sahiplik ve kullanımından hoşlanmayan kişiler olması ihtimali, aşırı yufka yürekli bir kişinin bir köle kampında eli kırbaçlı reislik işini kabul etme ihtimali ile aynı seviyededir”. Nobel Ödüllü F. A. Hayek kitabı Kölelik Yolu’nda reel sosyalist bir sistemde “en kötülerin zirveye çıkmasının” neden kaçınılmaz olduğuna dair bir bölüm kaleme almıştı. Solidarite sendikasının dostu olan bir gazeteci tarafından Polonya gizli polisinin eski başkanı ve Polonya Komünist partisinin eski başkanı gibi insanlarla mülakat yapılan “Onlar” romanı, Knight ve Hayek’in bu ferasetlerine somut anlam kazandırır. John C. Campbell’in yazdığı gibi, “[Birleşik Krallık ve Birleşik Devletlerde yayınlandığı zaman] komünist yönetimi altındaki Polonya’da yayınlanamayan bu kitap, 1944–1956 yılları arasında Polonya’daki Stalinist sistemde öncü roller oynayan beş eski önemli Polonyalı komünist ile 1981–1984’te yapılan mülakatları içerir. Yetenekli bir gazetecinin keskin sorgulaması altında, onların açık sözlü ifade ve anıları hem bu insanların zihniyeti… hem de o dönemin politik konu ve çekişmelerini dikkate değer surette aydınlatıcıdır”. [Çevirenin notu: Solidarite (Dayanışma) Sendikası 1980 yılında Polonya, Gdańsk’taki Lenin Tersanesi’nde kurulmuştur. Varşova Paktında kurulan ve devlet tarafından tanınan ilk bağımsız sendika olmuştur. İlk lideri Lech Wałęsa’dır].
Kitabın bu kaynakçadaki amacımız açısından en önemli kısmı, Marksçı diyalektik materyalizmine dair bir eleştiriyi içeren Bölüm 7’dir. Mises, Marx’ın maddi üretim güçleri, sınıf çatışması ve ideoloji kavramlarını imha eder. Ve şöyle yazar: “[Marx and Engels’in] gördükleri şekliyle, onların karşıtları sadece burjuva ahmakları ve proleteryen hainler olabilirdi… Marx ‘ideoloji’ terimini, gerçeğin burjuvazinin sınıf çıkarlarına hizmet edecek şekilde çarpıtılması anlamına gelmek üzere kullandı… Marx ve onun bütün öğrencileri bütün gayretlerini ideolojinin baştan savma bir kavramını gerekçelendirmek ve örneklendirmek üzerinde yoğunlaştırdı. Herhangi bir zırvalığı kullanmaktan çekinmediler. Bütün felsefi sistemleri, fiziki ve biyolojik sistemleri, bütün edebiyat, müzik ve sanatı ‘ideolojik’ bakış açısından yorumladılar. Ancak, elbette ki, kendi doktrinlerine katışıksız ideolojik karakter atfetmeye yetecek kadar tutarlık sahibi değillerdi”.
Harvard Üniversitesi’nin meşhur felsefe profesörü Robert Nozick ne kadar insanın gönüllü olarak sosyalizm altında yaşamayı tercih edeceğini göstermek için, “hayli elverişli koşullar altındaki” İsrail kolektif tarım toplumları örneğini kullanır. Bu örnek de açıkça sadece birkaç kişinin bu yönde bir tercih yaptığını gösterir.
Basın Bülteni – 11 Mart 2020
(Oakland, Kalifornia) — Sosyalizmin akılsızlığına dair 58 eserden oluşan listeyi içeren websayfası binlerce kez okundu ve dünya çevresindeki iktisatçılar, bilim insanları ve gazeteciler arasında beğeni topladı.
Sovyet lider Mihail Gorbaçov planlı bir ekonomi idealini toprağa gömmeye yardım eden reformları uygulamaya koyduktan 30 yıldan fazla bir süre sonra, sosyalist doktrinler bir kez daha rağbet kazanıyor, özellikle de genç insanlar arasında.
Liste Independent Enstitüsü’nden Kıdemli Araştırmacı Dr. Williamson Evers tarafından hazırlandı. Evers bu “karşı müfredatı” sosyalizm hakkında şimdiye kadar yazılmış en feraset sahibi eleştirilerin bir kısmını vurgulamak amacıyla hazırladı. Kitap listesi, sosyalist bir toplumdaki enerji, bankacılık ve teknoloji gibi endüstrilerin mecburi tekellerinden ziyade, rekabet ve gönüllü serbest piyasaların gerekliliğini vurgular.
Evers’in listeye ilişkin bir tavsiyesi şudur; “Şayet bu listeden tek bir kitabı okuyacak olursanız, Francis Spufford’un Kızıl Bereket’ini (Red Plenty) tercih ediniz. Eğer sadece ikisini okuyacaksanız, ikinci tercihiniz Ludwig von Mises’in Sosyalizm: İktisadi ve Sosyolojik Bir Tahlil’inden (Socialism: An Economic and Sociological Analysis) yana olmalıdır”.
Evers, İskandinavya türü sosyalizme meftun genç insanlara; çoğu sözde demokratik sosyalist ülkelerin aslında, asgari ücret yasaları gibi hiçbir fiyat kontrolüne sahip olmayan yüksek gelir vergili kapitalist ülkeler olduklarını, bu ülkelerin aslında pek çok bakımdan Birleşik Devletler’den daha fazla serbest ticarete sahip olduklarını söyler. Evers reel sosyalizmin genellikle halka demokratik sosyalizm olacağı vaadini vereceğini, fakat çok geçmeden diktatörlüğü ve anayasal özgürlüklerin imhasını uygulamaya başlayacağını belirtir.
Williamson Evers Independent Enstitüsünde Kıdemli Araştırmacı ve Eğitimde Başarı Merkezinin Müdürüdür. Ayrıca The Independent Review: A Journal of Political Economy dergisinin Yardımcı E