14 Aralık 2014’te, İstanbul’da türünün ilkini teşkil eden bir toplantı yapıldı. Liberal Düşünce Topluluğu tarafından düzenlenen toplantının adı “Anadolu’nun Diasporadaki Çocukları İçin Geri dönüşün Yolunu Birlikte Açmak” idi. Basına kapalı tutulan toplantıya yaklaşık 60 kişi katıldı. Bazı LDT üyeleri, Türkiye içinden ve dışından Ermeni, Süryani, Rum katılımcılarla buluştu. Bekir Berat Özipek’in başını çektiği ve Özlem Çağlar Yılmaz ile Harun Kaban’ın organizasyon işlerini üstlendiği bu tarihî buluşmada üç oturumda “vatana geri dönüşün anlamı”, “ahlâkî ve sosyolojik zemin inşa etmek” ve “hukukî ve siyasî alanda bir yol haritası oluşturabilmek” tartışıldı. Toplantının kendisi kadar tarihi ve yeri da manidardı: Bir Şeb-i Arus sabahında İstanbul Eyüp’teki Bahariye Mevlevihanesi. Ayrıca, toplantıda Mihail Vasiliyadis’in büyük fedakârlıklarla ayakta tutmaya çalıştığı Rumca Apoyevmatini gazetesinin 90. yılı da kutlandı.
Anadolu pek çok kavmin, toplumun yurdu. Bu topraklar, mutluluk verici insanî ilişkiler yanında, maalesef, acı olaylara da sahne olmuş. Şüphe yok ki bunların en vahimi Ermeni toplumunun yaşadıkları. Yüzbinlerce Ermeni 1915’teki elim tehcir yüzünden hayatını kaybettiği gibi başka yüz binlercesi de yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Doğdukları, havasını teneffüs ettikleri, kültürünü yaşadıkları ve yaşattıkları, hatıralar biriktirdikleri, çocuklarının doğduğu ölenlerinin gömüldüğü topraklarını terk etmek zorunda kalanlar yalnızca Emeniler değildi. Süryaniler ve Rumlar da isteyerek göç eden veya istemeyerek göç etmek zorunda kalan halklar arasındaydı.
Türkiye son 10 yıldır gayri Müslimlere yönelik ayrımcı ve dışlayıcı politikalardan uzaklaşıyor. Birçok müspet adım atıldı. Gayri Müslimlerin çoğu eski zamanlara nispetle çok daha rahat durumda olduklarını ifade ediyor. Nitekim, toplantıya Türkiye’den katılan gayri Müslim arkadaşlarımız da benzer düşünceleri dile getirdi. Tatyos Bebek beş-on yıl önce böyle bir toplantının yapılamayacağına ve konuşulanların konuşulamayacağına işaret etti. Ancak, iki sorun dikkatten kaçmamakta. İlki, siyasî kararların bürokratik mekanizmaya aynı hız ve ruhla yansımaması ve ilân edilen kimi açılımların fiilen yapılamaması. Meselâ, Mor Gabriel Manastırı’nın iade edileceği söylenen toprakları hâlâ sahibine verilmedi. İkincisi, yanlışlık ve kötülükler öylesine birikmiş ve öylesine yoğun ki, normalleşebilmek için daha yapılması gereken pek çok şey var.
Ahlâk, insanlık ve adâlet gereği yapılması gerekenlerden biri, Anadolu’dan gidenlerin hiç değilse bir kısmının geri dönmesinin sağlanması. Ermeniler söz konusu olduğunda, gidenlerin çoğu vefat etti. Bu yüzden geri dönüşü gidenlerin değil gidenlerin soyundan gelenlerin dönmesi olarak anlamak lâzım. Süryani ve Rumlar açısından fiilen gitmiş ve dönebilecek olanların oranı daha yüksek. Gitmek zorunda kalanların/bırakılanların veya onların soyundan gelenlerin istemeleri hâlinde Türkiye’ye gelebilmeleri, vatandaş olabilmeleri kolaylıkla gerçekleştirilebilir. Bunun olması için, toplantıda gayet güzel ifade dildiği üzere, dönmek isteyenlerin hüsn-i kabul göreceklerini, kabul edileceklerini bilmeleri lazım. Bu ortam sağlanırsa, dönmek isteyenler olacaktır. Çünkü, birçok göçmen Anadolu’yu yurt olarak bilmekte ve özlemekte. Tarihî vakalar gösteriyor ki, insanlar memleketinden sökülüp atılabilmekte ama memleketleri insanların içinden sökülüp atılamamakta. Dönüşün olabilmesi için devletin yapması gereken şeyler yanında sivil toplumun da hazırlanması lâzım. Bu alanda sivil toplum kuruluşlarına büyük görev düşüyor.
Toplantıda bazı küçük adımların ne kadar önemli olduğu hatırlatıldı. Erdal Doğan nüfus işlerinde son yapılan değişiklikle ad değiştirmede getirilen kolaylığın çok yerinde olduğunu ama yetersiz kaldığını belirtti. Nüfus kayıtlarında daha geriye giden bilgilerin elde edilmesinin engellendiğini söyledi. Aynı şey tapu kayıtları için de söz konusu. Mülkiyet kayıtları sorgulamasında ne yazık ki dededen yukarıya çıkılamıyor. Bu Ermenilerin katledilirken veya ülkeyi terk ederken hangi malları geride bıraktığının tam olarak belirlenebilmesini zorlaştırıyor. Gerek Anayasa’nın gerekse ilgili kanunun vatandaşlık tanımı hâlâ Türk olmayanlara karşı ayrımcı. Ders kitaplarında Ermenileri hain olarak gösteren ve aşağılayan ifadeler yer alıyor. L. Korkut’un işaret ettiği üzere vatandaşlığın düzenlenmesi bakımından Türkiye bir istisna teşkil ediyor. İmparatorluk geleneğine sahip olan tüm ülkelerde vatandaşlık daha liberal şekilde düzenlenmiş. Türkiye’de ise tersi söz konusu. Bunu ülkenin imparatorluk geleneğinden kopmasına ve dar bir ulus devlet zihniyetinin esaretine girmiş olmasına bağlayabiliriz.
Halil Berktay’ın da işaret ettiği üzere, bu toplantının yapılabilmesi normalleşmenin en büyük işaretlerinden biri. Uzun ve zorluklarla dolu bir yol bizi bekliyor. Berat Özipek’in belirttiği gibi, büyük siyasî projelere yönelmek yerine küçük adımlarla ilerlemek gerek, nasıl olsa küçük adımların toplamı zamanla büyük kazanımlara dönüşecektir. Ali Bayramoğlu’nun vurguladığı şekilde, devlet zihniyeti yanında toplumda yaygın hâkim millet nosyonunun da sorgulanması lâzım. Nitekim, bazı katılımcıların bu anlayışı yansıtan yorumları ve Ermenilerden sanki Müslümanlara zimmetlenmiş bir millet gibi bahsetmesi bu kültürel problemin ağırlığını göstermekte. Aşkın Baysal’ın haklı olarak vurguladığı üzere bu anlayışla eşit vatandaşlığa dayanan bir siyasî sistem ve toplumsal hayat inşa edemeyiz.
Bu toplantının bir başlangıç olmasını ve Anadolu çocuklarının yurt hasretinin olabildiğince çabuk dinmesini temenni ederim.
Yeni Şafak Gazetesi, 23.12.2014