9. Aşırı kredi kartı faizlerine kim dur diyecek?
Maliye Bakanının bankaları tüketici kredilerini pompalamamaları, aksi takdirde bu krediler üzerindeki KKDF’nin (Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu kesintilerinin) artırılabileceği yolundaki uyarısıyla tüketici kredileri ve kredi kartları üzerindeki faizlerin yüksek olup olmadığı, bankaların bu yolla tüketiciyi sömürüp sömürmediği konusu yeniden tartışılmaya başlandı. Sorun bir ölçüde “koyun can derdinde, kasap et” özdeyişinde ifadesini bulan menfaat çelişkisiyle ilgilidir ve bu bağlamda tartışmaya değerdir.
Maliye Bakanı veya genelde hükümetin öncelikleri ve kısıtları enflasyonla mücadele ve IMF’le imzalanmış olan anlaşmaya sadık kalmaktır. Enflasyonu kontrol etmek ve mali disiplinden ödün vermek istemeyen hükümet açısından tüketici kredileri kullanımındaki artış mali disiplini tehdit eden bir unsurdur. Tüketici kredileri ve kredi kartlarıyla sağlanan alım gücünün talebe yönelmesi—talep artışı üretim artışıyla dengelenemediği sürece—fiyatları uyaracak, bu da enflasyonu yeniden tırmanışa geçirebilecektir. Bu bakımdan, gerekirse faiz artırımı yoluyla, tüketimin kısıtlanması arzu edilen bir durumdur.
İzahı zor yüksek faiz oranları
Oysa tüketici açısından bakıldığında durum bundan oldukça farklıdır. 2001 krizinden bu yana ertelenmiş talepleri bir köşede bekleyen tüketici daha fazla beklemek istememekte, potansiyel talebi efektif talebe dönüştürmek, mal ve hizmet gereksinimini karşılamak istemektedir. Cebindeki nakit paranın ihtiyacını karşılamaya yetmediği ölçüde de ödünç paraya yönelmek kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu bağlamda tüketici açısından arzu edilen durum, ödünç paranın maliyetinin düşük olması, yani faizlerin mümkün olduğu kadar düşük düzeylerde seyretmesidir. Bunun tersi, yani gerek bankadan doğrudan alınan tüketici kredileri gerekse kredi kartları yoluyla kullanılan krediler üzerindeki faizlerin görece yüksek olması tüketimi pahalı hale getiren, borcun ödenebilmesi için kişinin daha fazla çalışmasını ve zahmete katlanmasını gerektiren, dolayısıyla tüketici için hiç de arzu edilmeyen bir durumdur.
İlke olarak tüketici faiz oranlarının düşüklüğü ya da yüksekliği bağlamında resmi yetkililerle tüketiciler arasındaki menfaat uyuşmazlığına işaret ettikten sonra, Türkiye’deki fiili durumun ne olduğuna bakıldığında teslim edilmesi gereken bir gerçek, tüketici ve özellikle de kredi kartı faizlerinin makul ölçüleri çok çok aşar boyutlarda olduğudur. DİE’nin son yayınladığı rakamlara göre yıllık enflasyon yüzde 10’un altındadır (%9.8). Bankalar arasında yaptığım kısa bir araştırmadan elde ettiğim sonuçlara göre, ticari bankaların tüketici kredilerinden aldıkları faiz—vadelerine göre kısmi değişme göstermekle birlikte—tüketici kredilerinde %29 ile %34; kredi kartı faizleri ise %63 ile %90 arasında değişmektedir!
Genel bir çerçevede bir ekonomide faizlerin neden yüksek olduğu sorusu önemli bir soru olup bunun izahı belki ayrı bir yazının konusu olabilecek genişliktedir. Ayrıntılı izahı muhtemel başka bir yazıya bırakıp uzun hikayeyi kısa keserek, faizlerin yüksekliğinin siyasi ve iktisadi pek çok faktöre bağlı olduğu söylenebilir. Bunlar arasında siyasal ve ekonomik istikrar, belirsizlik, iç ve dış konjonktür, enflasyon, döviz kurları ve politika yapıcıların parasal istikrar ve istihdam konusundaki öncelikleri bulunmaktadır.
Toplum âdetâ soyuluyor!
Hükümetin yukarıda değinildiği gibi IMF’e taahhütlerini içeren program gereği sıkı para politikası izleme ve enflasyonu tek haneli rakamlarda sabitleme ihtiyacı genelde faizlerin yüksekliğini bir ölçüde anlaşılabilir kılmaktadır. Otuz yıllık bir kronik enflasyon macerasından sonra tek haneli rakamları yeni görmüş bir enflasyon hâlâ yüksek bir enflasyondur ve yakından izlenmesi gerekir, bu konuda yetkilileri kısmen anlamak mümkündür. Öte yandan, enflasyon yüksek ise faizlerin de buna paralel olarak yüksek olması normaldir; tasarrufun tasarruf sahibine reel getiri sağlayabilmesi için nominal faizlerin enflasyon oranından yüksek olması gerekir. Uzun yıllardan beri ülkemizde enflasyon ilk kez tek haneli rakamlara indirilebilmiş olsa da, fiyatlar genel düzeyindeki artış oranının ortalama %1-3 arasında seyrettiği öteki—gelişmiş veya gelişmekte olan—ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de enflasyon hâlâ çok yüksektir.
“İzahı gayr-i kâbil” fark
Bütün bunlar gözönünde bulundurulsa bile, Türkiye’de halen uygulanmakta olan kredi kartı faizlerinin rasyonel, iktisadi ve mantıklı bir izahını bulabilmek kolay değildir. Tüketici kredilerinde uygulanan faiz oranlarını bir ölçüde izah etmek mümkündür. Zira Hazinenin %25-26’lar seviyesinde borçlanma ihtiyacı içinde olduğu bir ülkede para alıp satarak geçinen kurumlar olarak bankaların kredi faizlerini iç borçlanma faizlerinin birkaç puan üzerinde tutmaları anlaşılabilir bir durumdur. Gerçi oturmuş bir ekonomide aradaki marjın şimdiki gibi—%25 Hazine bonosu faizleri ile %30-34 tüketici kredisi faizleri arasındaki fark olarak—%8-10 puan değil, belki %2-3 puan olması beklenir; ancak Türkiye gibi, her an her şeyin olabildiği, birilerinin keçi boynuzundan bal çıkarması misali en alakasız konudan rejim krizi üretilebildiği bir ülkede, bu marjın öteki ülkelere göre biraz fazla olması çok akla aykırı değildir. Oysa, kredi kartı faizlerinde görülen fahiş marjı kolay kolay izah etmek mümkün değildir.
Piyasada isim yapmış birkaç bankadan birinci elden toplanan bilgilere göre en ucuz kredi kartı faizi %63’tür. Bu rakam aşama aşama yükselerek %90’ı aşmaktadır. Enflasyonun kabaca %10 kabul edilmesi halinde nominal faizlerle enflasyon arasındaki fark, yani kredi kartlarına uygulanan reel faiz oranları %53-80 arasında değişmektedir! Sevilen dizi Ekmek Teknesi’nin sevgili “Kirli”sinin sık sık kullandığı bir deyimle bu manzara karşısında “oy oy ooooyyy” dense yeridir. Üstelik bu rakamlar, yalnızca son ödeme tarihinde borcunun tamamını ödeyemeyip de taksit taksit ödeyecek olan kişiler için geçerli olup, borcunu ödeme güçlüğüne düşmüş kişilerin borcuna uygulanan “temerrüd faizi” ile davanın adalete intikal etmesi halinde yüklenen avukat ve mahkeme masrafları buna dahil değildir. Gecikme faizleri ve mahkeme masrafları da dahil edildiğinde bu fark daha da açılmaktadır. Bu kadar fahiş bir reel faiz yükünün iktisat mantığıyla izahı asla mümkün değildir.
“Ters seçim” veya “yanlış seçim” sorunu
“Üstadım nasıl oluyor da durum böyle oluyor?” diye sorulacak olsa, banka üst yönetimlerinde bu oranları belirleyen dolgun maaşlı, etkili ve yetkili kişilerden alınacak muhtemel bir cevap, kredi kartıyla alış-veriş yapan tüketici grubunun yüksek risk grubu olduğu, kredilerin önemli bir kısmının geri ödenmeme ya da zamanında ödenmeme riski bulunduğu, bunun da yüksek bir risk primini gerekli kıldığı şeklinde olacaktır. En azından kendi kendime düşünürken benim aklıma gelen muhtemel bir açıklama budur. Banka genel müdürlerimiz veya kredilerden sorumlu müdürlerimizin daha makul açıklamaları varsa seve seve öğrenmek isteriz.
Yüksek riskin yüksek risk primi gerektirdiği doğrudur. Ne var ki burada gözden kaçırılan bir önemli nokta, bu politikanın iktisatta “ters seçim” ya da “yanlış seçim” (adverse selection) olarak anılan soruna yolaçma ihtimalinin yüksekliğidir. Gerek tüketici kredileri gerekse kredi kartlarına enflasyon farkıyla izah edilemeyecek kadar yüksek faiz uygulanmasının bankalar açısından doğması muhtemel, belki de kaçınılmaz sonucu, ters seçim sorunudur: faiz oranları veya risk primleri iyi ayarlanmazsa piyasadan iyi müşterilerin kaçıp kötü müşterilerin kalması durumu. Buna göre kredi faizleri yükseldikçe, dolayısıyla tüketicinin normal yollardan ödeme gücünü zorladıkça, borcuna sadık, kredi sicili temiz müşteriler piyasadan çekilecek, ancak paraya aşırı derecede sıkışmış, krediyi zamanında ödeyememe riski oldukça yüksek müşteriler kredi almak zorunda kalacaktır. Bunun kaçınılmaz sonucu, geri dönmeyen kredilerin, bunun sonucu olarak da bankalarla davalı kredi kullanıcısı sayısının artmasıdır. Nitekim bugün bankacılık sistemini en çok uğraştıran meselelerden biri de kredi kartı kullananlardan doğan gecikmiş alacaklar meselesidir. Kredi kartı borcunu ödeyemeyen, yüksek gecikme faizleri sonucu borcu daha da büyüyen binlerce vatandaşın bankalarla başı derttedir.
Çözüm nerede?
Bu yazının konusu yalnızca tüketici kredileri, özellikle de kredi kartları yoluyla kullandırılan kredilerle sınırlandırıldığı için önerilecek çözüm de doğal olarak bu sorunlarla sınırlı olacaktır. Yoksa daha genelde bir ekonomide yüksek faiz sorununa nasıl çözüm bulunabileceği konusunun daha kapsamlı bir izah gerektireceği açıktır.
Türkiye gibi kronik enflasyon sorununu ve ekonomik krizi aşmaya çalışan, IMF’le yaptığı anlaşma gereği bütçe disiplinini sağlamak ve faizdışı fazla vermek zorunda olan ülkelerde öteki faiz oranları gibi tüketici kredileri ve kredi kartı faizlerinin bir ölçüde yüksek olması beklenmelidir. Ancak Türkiye’deki enflasyon oranları ve öteki makro göstergeler dikkate alındığında fiili durumun rasyonel ekonomik bir izahının yapılması son derece güçtür. Yüzde 50-60 reel faize dünyanın hiçbir ekonomisi de, hiçbir tüketicisi de dayanamaz. Bu gayri makul duruma bir son verilmeli, tüketici ve kredi kartı faizleri enflasyon, Hazine borçlanma faizleri ve öteki makro göstergelerle daha uyumlu hale getirilmelidir.
Bankalar kredi kartı müşterilerin yüksek risk grubu oluşturduğunu düşünüyorlarsa, âdetâ çerez dağıtır gibi yoldan geçen herkese kredi kartı dağıtmaktan vazgeçmeli, kredi kartı verilecek müşteri seçiminde çok daha titiz davranmalıdırlar. Müşteri seçiminde titiz davranmak ve faiz oranlarını daha makul seviyelere çekmekle bankalar hem ters seçim sorununu hafifletmiş olacak, hem—şu anda ister istemez bulaştıkları—borcunu ödemeyenlerin doğurduğu zararın yükünü ödeyenlerin omzuna yıkmak gibi bir adaletsizliğe geçit vermemiş olacak, hem de şube müdürleri giden kredinin nasıl geri döneceğiyle ilgili kâbuslu rüyalar görmekten kısmen de olsa kurtulacaklardır.
Zaman, 17.8.2004