Türkiye’de her problemin bir şekilde ve bir ölçüde altında yatan bir sebep var: Sivil toplumun zayıf olması. Toplumsal sorunlarla ilgili her ciddî ve derin analizde yolumuz bir şekilde sivil toplumun yetersizliğine, engellenmişliğine, siyasî toplum tarafından boğulmuşluğuna çıkıyor.
Kuşku yok ki bu dev sorun ülkemize mahsus değil. Birçok ülke aynı dertten mustarip. Taşıdığı büyük öneme rağmen bu olgunun farkına nadiren varılıyor. Oysa birçok toplumla ilgili tarihsel ve güncel incelemeler yukardaki tespiti doğruluyor.İstikrarlı demokrasiye sahip, insanî gelişme indekslerinde yukarılarda yer alan toplumlar aynı zamanda güçlü sivil toplumun bulunduğu ülkeler.
Sivil toplumun ne olduğu ve niçin bu denli önem taşıdığı hakkında etraflı tartışma ve değerlendirmelere girmek -en azından bu çaptaki bir gazete yazısı için- gereksiz. Sivil toplum toplumun olağanüstü değil olağan halidir. Başka bir deyişle, toplum keyfî müdahalelere malzeme yapılmayıp kendi hâline bırakıldığında sivil toplumdur. Bu durumdaki bir toplumda bireyler arasında gönüllü işbirlikleri doğar ve yayılır. Toplum varlığını sürdürmek için gerekli değerleri, pratikleri ve kurumsallaşmayı bir merkezî otoritenin emir ve yönlendirmeleri olmaksızın gerçekleştirir.
Türkiye’de sivil toplum niçin zayıf? Bu zayıflık en belirgin biçimde nerelerde tezahür ediyor? İlk sorunun cevabı hayli uzun ve çok yönlü. Kısaca şunu ifade etmek yeterli. Ülkede egemen olan siyasî ve toplumsal kültür bir şekilde sivil toplum alanının siyasî toplum lehine daraltılmasını teşvik ediyor. Bunun sonucunda, devletin sivil toplum alanını daraltıcı istikamette adımlar atması talebi bizzat sivil toplumun parçalarından geliyor.
Bu çerçevede en dikkat çekici kurumlar odalar ve barolar. Oda ve baro yöneticileri ısrarla sivil toplum kuruluşu olduklarını söylemelerine rağmen durum böyle olmaktan hayli uzak. Bir kere odaların ve baroların kuruluşları ve işleyişleri sivil toplum kuruluşlarında aranan vasıflara uymuyor. Bunlar özel bir kanunla kuruluyorlar. Üyelikleri kanun zoruna dayanıyor. Üyelerin üye olmama ve üye olunacak yerler arasında tercih yapma imkânı yok. Üye olmayanlar meslek icra edemiyor ve aidat ödemeyenler kanunî takibata uğratılıyor.
Baro ve odalarda çoğu zaman oligarşinin tunç kanunu işliyor, yani yüksek motivasyonlu ve organize azınlıklar bir şekilde buraları ele geçiriyor ve sonra ahlâkî tehlike yaratacak şekilde ideolojik kalıplara bağlı faaliyetler yürütüyor. Üyelerinin meslekî gelişmesi ve sorunları üzerine odaklanmak yerine kendi ihtiraslarının ve fantezilerinin peşinde koşuyor. Böyle olunca da ortaya trajikomik durumlar çıkıyor. Bunun son örneği, TMMOB’a dair bir yargı kararında ortaya çıktı. En radikal odalardan biri olan TMMOB boğaza 3. Köprü için imar planlarını yapan iki şehir plancısını 3 ay meslekten uzaklaştırmış. Ankara 11. İdare Mahkemesi bu kararı iptal etmiş.
Şimdi, 3. Köprü’ye imar planı yapılması TMMOB’ni niçin bu kadar rahatsız ediyor? TMMOB idarecileri 3. Köprü’ye karşı iseler neden meşru siyasî kanallarla bunu önlemeye çalışmayıp, mesleğini yapan kimseleri taciz ediyor? Cevap belli: İdeolojik radikallik, demokratik otoritelere duyulan alerji, yapıcı değil yıkıcı, teşvik edici değil engelleyici kafa yapısı.
Odaların ve baroların mevcut statü içinde var olmayı sürdürmesi sivil toplumun güdük kalmasına yol açan faktörlerden biri olmaya devam edecek. Tüm vaktimizi ve enerjimizi sıradan siyasî tartışmalara ayırmayı bırakıp bu tür sorunlarla da uğraşmak gerekir.
Odaların ve baroların statüsü mutlaka değiştirilmeli. Gönüllülüğe ve çoğulluğa dayanan bir model geliştirilmeli. Bunun yapılması sivil topluma, toplumun normalleşmesine ve demokratik sistemin güçlenmesine büyük katkı sağlayacaktır.
Yeni Yüzyıl Gazetesi, 18.02.2016