Liberal
Daha İyi Bir Dünyanın Formülü: Güçlü Birey ve Hakları; Yaşam, Hürriyet, Mülkiyet


Haldun Barış

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi


Modernleşme ile birlikte önem kazanan, sorgulama, bilginin kutsallığı ve aklın değeri gibi temel ilkeler ışığında insanoğlu çok önemli kazanımlar elde edebilmiştir. Gerçekten de dönemin pek çok aydını bu üç temel ilke ile bilimi, sanatı, siyaseti, kültürü, ahlakı ve daha pek çok alanı yeniden yorumlamış ve inşa etmiştir. Bu inşa sürecinde, erken modern ve modern dönemin en önemli kazanımlarından birisi olan insan aklının değerinin bilincine varılması ile gelişen bir husus da birey ve bireyin haklarının önemidir. Bireyin, iktidar karşısında veya bireyin çıkarlarının toplumsal çıkarlar karşısındaki konumu da gelişen akıl ve bireyin kendini tanımlama süreciyle yakından alakalıdır. Çeşitli süreçler sonucunda gelişen bakış açılarında liberal görüş, bireyi ve bireyin haklarının önemini vurgularken, sosyalist görüş ise toplumsal çıkarların ve kolektivizmin öncelenmesi gerektiğinin savunucusu konumunda olmuştur.

Bireyin ve haklarının değerine yönelik aslında ilk görüşler Yunan düşüncesinde görülebilir. Yunan düşüncesinde, bireyin özgürlüğünün, hukuk önde eşitliğin önemine vurgu yapan çeşitli metinlerin kaleme alındığı görülebilir.(1) Ancak günümüzdeki anlam ve önemiyle birey ve birey haklarının ele alınışı; aklın öncelenmesi ve önemsenmesi ile ve ayrıca bireyin iktidar karşısındaki konumuyla ya da başka bir deyişle devletin sınırlı oluşuyla da ilgilidir. Locke, Hume, Smith, Mill, Hayek ve diğer liberal düşünürlerin çalıştığı ve geliştirdiği birey ve bireyin hakları, günümüzde oldukça önemli bir konuma ulaşmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki bireyin ve haklarının gelişmesi demek; insanlığın daha ileri bir noktaya ilerlemesi; savaşların, hastalıkların, insanlık onurunu zedeleyen durumların azalması; adaletin ve hukukun ilerlemesi demektir. Dolayısıyla iyi bir toplumun veya toplumsal çıkarların yolu da aslında her bir bireyin haklarının ve konumunun gelişmesi ile mümkündür. Çünkü bireyin ve birey haklarının gelişmesi; özgürlüğün, eşitliğin, demokrasinin, hukukun, hukukun üstünlüğünün, "insanın değerinin bilgisinin/bilincinin" artması demektir. Kısa bir karşılaştırma yapıldığında, bireyin haklarının geliştiği ve birey olmanın farkındalığının arttığı toplumlar ile diğer toplumların arasındaki yaşam kalitesi ve gelişmişlik düzeyi arasındaki farkın oldukça fazla olduğu rahatlıkla görülebilir.

Liberal düşünürlerin birey ve bireyin hakları noktasında ortaya koyduğu en önemli ve vazgeçilemez haklar, yaşam-mülkiyet-özgürlük haklarıdır. Bu kavramların muhtevası üzerine de yoğun tartışmalar yapılmış ve çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Örneğin bu vazgeçilemez haklar arasında bir öncelik olup olmadığı hususu tartışılmıştır. Mesela, mülkiyet hakkı mı yoksa özgürlük hakkı mı daha önceliklidir sorusunu, Locke "mülkiyet hakkı olmaksızın özgürlük hakkı olamaz" şeklinde cevaplamıştır. (2) Genel olarak da liberal düşünce geleneğindeki özgürlük hakkı mülkiyet hakkının varlığına dayanmaktadır.

Burada liberal düşünceye göre özgürlüğün tanımına da değinmekte fayda vardır. Klasik liberal düşüncede özgürlükten kasıt, aslında "negatif özgürlük" anlayışıdır. Negatif özgürlük; yapma özgürlüğü olduğu kadar yapmama özgürlüğünü de içeren bir özgürlük anlayışıdır. Yani birey, hiçbir şeye zorlanmadan, kendi dilediğini yapmakta özgür olabilmelidir.  Locke özgürlüğü otoriteden bağımsız olabilme ve birey olabilme olarak temellendirirken(3), Mill "kendi doğrularını kendi istediği yoldan gerçekleştirme" ile temellendirmiştir(4). Hayek'in  özgürlük temellendirmesi ise "baskı altında kalmamak" ile temellendirilmektedir.(5) Kant'ın tanımında da özgürlük benzer şekilde bireyin kendi istediğini yapma ve istemediğini yapmama üzerine kuruludur. Özgürlüğün sınırı ise başkalarının özgürlüklerini ihlal derecesine kadardır. İşte bu sebeple Kant, özgürlüğü "başkasının özgürlüğünü ihlal etmeden dilediğini yapabilme" olarak tanımlamıştır.(6) Yaşamında da özgürlüğüne oldukça önem veren ve Yahudi Cemaatinin boyunduruğundan kurtulup bağımsızca yaşamaya ve düşünmeye çalışan Spinoza da özgürlüğü bireyin gelişimi ile bağdaştırmış ve "özgür olmayan bir birey gelişemez, düşünemez" demiştir.(7)

Prof. Dr. Atilla Yayla Hoca ise özgürlüğün tanımını şöyle yapmaktadır:

"Bireysel bir değer olan özgürlük, bireyin, hayatıyla ilgili tercihlerini yapma ve keyfî bir engellemeyle karşılaşmadan uygulama hakkına sahip olması anlamına gelir."

(Atilla YAYLA, Bir özgürlük tartışması, https://www.yenisafak.com/yazarlar/atillayayla/bir-ozgurluk-tartimasi-2008159)

Bu tanımlamalar bağlamında, düşünülmesi ve tartışılması gereken bir nokta ise bireyin kendi bilgisi ile kendi adına doğru kararları verip veremeyeceği ve bu özgürlük anlayışının toplumsal bir kaos-kargaşa doğurup doğurmayacağı hususudur. Nitekim liberal düşünce geleneğine yönelik eleştirilerin bir kısmı bu doğrultuda ceryan etmektedir. Öncelikle ifade etmek gerekir ki liberal düşünce geleneğinde, birey ve bireyin aklı, "salt iyi" ve "kötülük düşüncesinden" uzak olarak tahayyül edilmemiş; bireyin çıkarlarının, bireyi kimi zaman ahlaki olmayan çizgiye itebileceği kabul edilmiştir. Zaten bu sebeple, liberal düşünce geleneği, herkesin üzerinde anlaşabileceği genel ilkelerin varlığını kabul etmiştir ve ayrıca yaşam hakkını, mülkiyet hakkını, özgürlükleri, adalet ve hukuku ve bireyin diğer temel haklarını koruyan ve garanti altına alan anayasa ile tahdit edilmiş, sınırları belli, kişilere değil sisteme bağlı olan bir devlet ihtiyacını kabul etmiştir. Liberal düşünce geleneğinin otantik ve asıl/öz anlayışı olarak kabul edilen Klasik liberal düşüncede devlet, "gerekli kötü" olarak tasvir edilmiştir. Dolayısıyla da liberal düşünce geleneği bir kaos veya kargaşa ortamını yok saymış veya ütopik bir düzen hayali kurgulamış değildir. Liberal düşünce geleneği, rasyonel bir düzlemde düşünmeye, tartışmaya ve gelişmeye önem vermiştir. Bu sebeple, liberal düşünce geleneğinde toplumsal bir kargaşa veya kaos ihtimali de göz önünde bulundurulmuş ve devlete yukarıda sayılan temel ilke ve değerlerin korunması misyonu verilmiştir. Öte yandan, bu ilke ve değerleri devletin veya kolektif başka bir unsurun seviyesine indirmeyerek, bu ilke ve değerleri adeta bir döngü içerisinde korumaya almıştır. Bunun bir sonucu olarak liberal düşünce geleneğinin baskın olduğu topraklarda bu düşüncenin zıddı olan düşünceler de gelişilebilmiş ve tartışılabilmiştir. Ve hatta bu özgürlük ortamı, anayasacılık süreci ile koruma altına alınmıştır. Kelsen'in normlar hiyerarşisinde en üstte bulunan ve değiştirilmesi diğer yasalara göre daha zor olan ve diğer yasalara meşruiyet veren "anayasalar" bu çerçevede gelişim sürecine girmiş ve sistemsel bir bütün olarak bireyi, bireyin hak ve hürriyetlerini otoriteler karşısında korumaya almıştır.  Bütün bu gelişim süreçlerinin en temel noktalarından birisi insan aklına olan güven ve bu sayede ulaşılan insanın değerinin bilgisidir. Bireyler, doğal düzene uygun olarak, yaşam hakkı, mülkiyet hakkı ve özgürlükleri ile "kendi bilgileri ile kendi yollarını çizebilecek"(8) kabiliyettedirler. Bu, basit bir düşünce yoluyla bile aslında gayet anlaşılabilir. Hiç şüphesiz, bir kişi, güdüsel olarak, daha iyiyi ve daha ileriyi isteme arzusu eğilimindedir. Ve bir birey, kendi şartlarında kendisi için en doğru olanı yapabilecek donanıma sahiptir. Öte yandan bütün bunların dışında; irade sahibi bir bireyin, neyi yapıp neyi yapmaması noktasında yönlendirilmesi veya zorlanması kendi iradesine ve haklarına tecavüzdür. İşte liberal düşünce geleneğinin savunduğu, basitçe ele aldığımız ve savunduğumuz bu doğal düzen aslında bireylerin yaptıkları işleri ve aldıkları kararları, yapmak istedikleri ve almak istedikleri için almış olmalarından ötürü doğal bir verimlilik içerecektir. Bu argümanların en çok eleştirilen noktası ise toplumsal çıkarların ve kamu menfaatlerinin atomize olmuş bireyler arasında yok olacağı eleştirisidir. Oysa bu eleştiri haksız ve yersizdir. Bu eleştiride oluşturulurken atlanan nokta, öncelikle bireylerin "toplumsal çıkarlar" için  hareket edebileceği seçeneği de olduğudur. Nitekim liberal geleneğin hakim olduğu toplumlarda gelişen vakıfçılık ve sivil toplum unsurları buna kanıttır. Önemli olan, çeşitli erkler ve otoritelerin, özünde yatan sebep her ne olursa olsun, bireylerin vazgeçilemez haklarına tecavüz etme yetkilerini kendilerinde bulmamasıdır. Çünkü tarih göstermiştir ki bu durumun bir sınırı yoktur ve bir süre sonra bireyin veya insanın değerinin bilgisinin, ikinci plana atılması sonucunu vermektedir. Bireyin hakları yerine, daha önemli olduğu iddia edilen değerler ile perdelenen çeşitli argümanların sonu, tek bir bireyin, zümrenin ya da grubun baskınlığı ve ötekinin haklarını yok sayması ile sonlanmıştır. Bu tip anlayışlardan insan olmanın değeri yoktur, adalet yoktur, hukuk adil ve eşit değildir, sistemsel bir anlayış yerine kişilere bağlı yönetim anlayışı yerleşmiştir, devlet her an her yerdedir ve her şeyi sizin için(?) düşünmektedir.

Bu duruma aslında dünyanın pek çok bölgesi halen örnek verilebilir. Bugün, baskıcı ve "en iyisini sizin için biz biliriz" anlayışındaki pek çok yönetimin sonucu,  gelişmemiş, ilkel, halen kabilesel olan toplum ve devletlerdir. Pek çok Afrika ülkesi veya Arap ülkesi bu duruma örnek verilebilir. Bireyin çıkarlarının önemsenmeyip toplumsal menfaatlerin ve kamu menfaatlerinin öncelendiğinin iddia edildiği Sovyetler Birliğinde de durum farklı olmamıştır. Mantıksal açıdan da bunun mümkün olmayacağı ve bir süre sonra "toplumsal menfaatler" ifadesinin sloganik bir hal alıp aslında bir grubun veya zümrenin çıkarlarına dönüşeceği açıktır.

Bireyin ve bireyin haklarının yok sayıldığı kolektif düzenin, nasıl olacağı konusu   Huxley'nin, Cesur Yeni Dünya adlı eserinde görülebilir. Bu eserde, bireyin aklı yerine kolektif bilinç önemsenmiş ve her şeyi dizayn eden üstün bir otoritenin varlığının korkunç sonuçları anlatılmıştır. Öte yandan bireye ve bireyin haklarına verilen değerin azalması ile artacak olan otoriterleşmenin hayatın her alanında var olmasının ve otoritenin, bireyi, bireyden daha çok düşünecek olmasının(!) yol açacağı sonuçlar için Orwell'ın 1984 isimli distopyası örnek verilebilir. Orwell romanında, Big Brother'ın müdehalelerinin, düşünceyi nasıl öldürdüğünü, bireylerin nasıl ruhsuz bir yaşama ittiğini ve insanlık onurunun nasıl hiçe sayıldığını usta bir şekilde işlemiştir. Görüleceği üzere, bireyin en temel ve vazgeçilemez hakları olan, yaşam hakkı-mülkiyet hakkı ve özgürlük hakkı; sadece bireyle ilgili sonuçlar doğurmamaktadır. Bu hakların her biri, insanın değerinin bilgisi ile insanlık onuruyla ve daha yaşanılabilir bir dünya ile de ilgilidir. Ayrıca bu hakların sağlandığı düşünce sistemi olan liberal düşünce sistemi sayesinde bugün geldiğimiz noktada insan hak ve hürriyetleri ile  insan değerine verilen değer tarihteki en iyi noktalarından birisidir ve gelişime daha da açıktır. 1945 yılında ilan edilen BM İnsan Hakları Bildirgesinde, insan olmanın getirdiği pek çok hak ve hürriyete vurgu yapılmıştır. Hiç şüphesiz ki bu bildirge, tarihsel olarak liberal düşünürlerin açtığı yolun devamıdır ve gelişmeye devam edecektir.

Sonuç olarak, görüleceği üzere klasik liberalizmin kurucularından sayılan Locke'un ve liberal düşünce sisteminin vazgeçilemez haklar olarak nitelendirdiği yaşam hakkı, mülkiyet hakkı ve özgürlükler, bireye verilen önemin ve bireyin haklarının her türlü otorite ve erk karşısında güçlenmesini sağlayan bir sürece oldukça ivme katmış ve sistemleştirmiştir. Bu üç temel hak vurgusu ile bugün insan değerinin bilgisi, evrensel ilkelere dayalı hukukun üstünlüğü, evrensel insan hakları gibi kavramlar küresel düzen içerisine yerleşmiştir. Liberal düşünce sisteminin açtığı bu önemli yol ile insanlık gelişimini sürdürmektedir ve sürdürecektir. Daha yaşanılabilir bir dünyanın, evrensel barışın ve küresel istikrarın en önemli unsuru hiç şüphesiz bireylerdir ve bireylerin hak ve hürriyetleri liberal bakış açısıyla daha da güçlenebilmektedir.

 

DİPNOTLAR ve KAYNAKÇA

1)F.A. von HAYEK, Liberalizm, www.liberte.org

2)İdil Su EKMEKÇİ, John Locke’un Liberalizm Kuramı Üzerine, TBB Dergisi, (tbbdergisi.barobirlik.org.tr adresinden alınmıştır)

3)a.g.e (2)

4)Hasan YAYLI; Emel ÇINAR, KLASİK LİBERALİZMDE “ÖZGÜRLÜK” VE J.S.MİLL’İN YEREL YÖNETİMLERE BAKIŞI, Akademik Bakış Dergisi, Sayı 32,  eskidergi.cumhuriyet.edu.tr

5)a.g.e (1)

6) Kant’ın Özgürlük anlayışı noktasında ayrıntılı bilgi için bknz:

Agnes HELLER, Kant’ın Politika Felsefesinde Özgürlük ve Mutluluk, www.cafrende.org

7)Mehmet A. AĞAOĞULLARI, Sokratesten Jakobenlere Batıda Siyasal Düşünceler, İletişim Yayınları, 5. Baskı, 2015, İstanbul, s.460-505

8) Friedrich A. Hayek, Hukuk Yasama ve Özgürlük - Cilt 1,  s.126, “Herkesin kendi bilgisini kendi amaçlan içi kullanabilmesi durumunu”

Ayrıca Hayek özgürlüğün bilgiyi arttırıcağını ve bu şekilde daha isabetli kararların alınabileceğini savunmaktadır. Bknz:

Nigel ASHFORD, Özgür Toplumun İlkeleri, Liberte Yayınları, 4.Baskı, Mart 2015, s.63

  -Atilla YAYLA, Özgürlük, İmkansızlık ve Belirsizlik midir? http://www.liberal.org.tr/sayfa/ozgurluk-imkansizlik-ve-belirsizlik-midir-atilla-yayla,346.php

 

 -Atilla YAYLA, İnsan Haklarının Kavramsal ve Aktüel Anlamı, Liberal Düşünce Topluluğu’nun internet sayfasından alınmıştır.  http://www.liberal.org.tr

 

 -Mustafa ERDOĞAN, Klasik Liberalizmde Birey-Topluluk-Toplum, Liberal Düşünce Topluluğu’nun internet sayfasından alınmıştır.  http://www.liberal.org.tr

 

 -Ralph RAİCO ,Klasik Liberalizm Nedir?, Liberal Düşünce Topluluğu’nun internet sayfasından alınmıştır.

Mustafa ERDOĞAN, Liberalizm ve Türkiye'de Liberal Eğilimler, http://www.liberal.org.tr/sayfa/liberalizm-ve-turkiyede-liberal-egilimler-mustafa-erdogan,344.php?

 

 

Liberal Düşünce Topluluğu GMK Bulvarı No: 108 / 17 Maltepe, 06570 Ankara, Türkiye, T: + (+90) 312 2316069 – 231 1185, F: + (+90) 312 2308003, info[at]liberal.org.tr
İşbu sitenin tüm hakları saklıdır.Web sitesi içerisindeki resimler, yazılar kaynak gösterilse dahi, izin alınmadan başka web sitelerine, ticari yayınlara aktarılamaz, kopyalanamaz, internet ve web ortamında ya da başka biçimde alenileştirilemez, basılıp çoğaltılamaz. © 2013
Web Tasarım Ankara
Sayfa başı