11. Dolar Zengini Olma Ülken Zengin Olsun!
Türkiye, bir çok öteki şeyiyle olduğu kadar, krizleriyle, tezatlarıyla ve krizlerden çıkış için keşfettiği reçetelerle de ilginç bir ülkedir. Bu açıdan Türkiye'nin sosyal bilimciler için tam bir laboratuar olduğu söylenebilir. Örneğin, yirmi yıldan fazla bir süre yüksek enflasyonla yaşamış, ama enflasyonu tek haneli rakamlara indirmeden, hiperenflasyona da tırmandırmadan %30-80 arasında bir kronik enflasyonla bu kadar uzun süre yaşamayı başarmış bir ülke örneği daha yoktur. Son günlerde Türk parasına itibar kazandırmak amacıyla başlatılan kampanya da öyle. TV ve gazete ilanlarıyla, resmi ağızlardan demeçlerle vatandaşı dolardan vazgeçip kendi parasına sahip çıkmaya çağıran kampanyanın (belki bazı Latin Amerika ülkeleri dışında) dünyada başka bir örneğini bulmak zordur. Şayet tutarsa, dünyada bir ilki daha başarmış, ilanlarla paramıza itibar kazandırarak iktisat yazınına eşi bulunmaz bir katkıda bulunmuş olacağız.
Köprüler, gazete sayfaları ve TV ekranları birbirinden ilginç dövizlerle donatılmış: Dolar Zengini Olma, Ülken Zengin Olsun, Vatandaş Parana Sahip Çık; Paranı Yastık Altından Çıkar; Yerli Malı Kullan Çocuğuna İş Olsun, vs. hikmetli sözler. Söylenmeye çalışılan şey, vatandaşı doları bırakıp cebine Türk parası koymaya bir ikna edebilirsek, yani dolardan bir kurtulabilirsek, tamam, işler yoluna girecek. Atilla Yayla'nın güzel özetlemesiyle "Dolarsız Hayat, Oh Ne Rahat!"
Az buçuk iktisat mürekkebi yalamış biri olarak bendeniz, bir ülkenin parasının itibarının o ülkenin üretken kapasitesinden, yenilik ve icat yapabilme, dünya ile rekabet edebilme gücünden, ekonomik ve siyasal istikrar düzeyinden, son tahlilde ülkedeki yatırım ve üretim yapabilecek kesimlerin işini kolaylaştırabilme yetisinden kaynaklandığını zannediyordum, ama görülüyor ki yanılmışım: Paraya itibar üretimle, ihracatla, rekabetle, yatırımla değil; ilanla, reklamla, telkinle, yabancı paraları yasaklama dilekçesiyle oluyormuş!
Adam Smith'den Ricardo'ya, Bastiat'dan Hayek'e, Sakızlı Ohannes Paşa'dan Mehmed Cavid Bey'e, Friedman'dan Jagdish Bahgwati'ye, Mehmet Altan'dan A. Savaş Akat'a yerli ve yabancı sayısız iktisat ustaları "sağlam para, serbest ticaret, yenilik yapabilme yeteneği, rekabetin önünü açma..." deyip durdular; son kampanyalardan sonra kafam karıştı, üstadlara mı inansam, ilanlara mı?..
Vatandaş Türk parasından kaçıyorsa, ortalık karışınca "sığınak değer" olarak, arkasında Türk hükümetlerinin durduğu TL yerine, arkasında ABD hükümetlerinin durduğu dolara sarılıyorsa, acaba bunun sebebi Türk insanının haince eğilimleri kafasından atamamış olmasından, umudu yabancılara bağlamışlığından, yabancı hayranlığından, milliyetçi duyguları pörsümüş olduğundan mı; yoksa onlarca yıl TL cinsinden varlığının göz göre göre eriyip kül olduğuna şahit olmasından, hükümetlerin “enflasyonu indireceğiz” diye gelip indirmeyi bırakın daha da azdırarak vatandaşın güvenini sarsmış olmasından, sanayimizin dışarda rekabet yollarını aramak yerine, kalite ve fiyat kaygısından uzak, koruma duvarlarının arkasında iç piyasaya yüksek kâr marjlarıyla mal satmayı gelenek haline getirmiş olmasından mı? Soru sormaya devam edelim.
Türk parası itibar kaybetmişse, TL'nin değeri, “1TL = ? Dolar” hesabı yapıldığında virgülden sonra bir sürü sıfır atmak gereken bir düzeye inmişse*, Türk Lirası yabancı magazin programlarının “milyoner olmak isteyen var mı” konulu köşelerinde eğlence konusu haline gelmişse, acaba bunun esas sebebi nedir? Kötü niyetli yabancıların karanlık oyunları mı; yoksa dünyaya beğendirecek, kalite ve fiyatta onlarla yarışacak ürünler üretip satabilme konusundaki zaafiyetimizden, yabancı yatırımcıyı, yüksek faiz ve risk primi yüzünden "sıcak para" olarak değil, doğrudan sabit yatırımlar yapmak üzere ülkemize getirecek koşulları yaratamamış, yatırımcının önünü görmesini sağlayacak siyasal ve ekonomik istikrarı sağlayamamış olmaktan, yurtdışındaki işçilerimizden gelmeye başlamış sermayeyi türlü korkular ve komplolarla kaçırmış olmaktan mı kaynaklanmaktadır?
Bir parça iktisat ve siyaset mürekkebi yalamış herkesin bildiği gibi, acı ama gerçek cevap, ikincisidir. Ama ne yazık ki her devirde işin iktisadi mantığını kavramamış kişilerin vatan-millet-sakarya jargonuyla kitlelerin milliyetçi duygularını kaşıyarak terennüm ettikleri şarkı, TL’nin değerini düşürenlerin de kötü niyetli yerli siyasetçiler ve dış mühraklar olduğudur. Oysa bu, sözkonusu kişilerin kötü giden herşeyin sorumluluğunu kötü niyetli dış güçlere ve onların yerli işbirlikçilerine yıkmaları zihniyetinin doğal bir uzantısından başka bir şey değildir.
Cebimizdeki bütün dolarları yakmakla, bankalardaki dolar mevduatını yoketmekle acaba ülke zengin olur mu? Zenginlik paranın cinsine mi bağlıdır? İnsanları dolduruşa getirerek veya kafalarına silah dayayıp dolarlarını zorla TL’ye çevirtsek, Türkiye’yi daha zengin hale getirebilir miyiz? Asla. Ülkeyi zenginleştirecek olan verimlilik artışları, teknolojik iyileşme, ekonominin dünyaya satılabilir kalite ve ucuzlukta mal ve hizmet üretebilme kapasitenin artırılması, bunun için de kaynakların en verimli iş görebilecekleri alanlara yönlendirilmesi, rekabetçi üstünlüklerinin olmadığı alanlarda onları zorla ayakta tutma yanlışından vazgeçilmesidir. Üretim ve verimlilik artışıyla desteklemeden, duygusal nutuklarla, hamaset edebiyatıyla paranın değerini yapay biçimde yüksek tutarak zenginlik yaratmaya kalkışmanın sonu ekonomik kriz ve büsbütün yoksullaşmadır.
Maalesef bu zihniyet sadece bize özgü bir zihniyet de değildir; bu zihniyetin çeşitli tezahürlerine başka yerlerde de rastlanmaktadır. Öteden beri kendini dünyadan soyutlayarak, korumacılıkla, mal ve hizmet ticaretini yapay engellerle kısıtlayarak, üretken olmayan sektörleri ve firmaları zorla ayakta tutmaya çalışarak zengin olma hayali ile kendini kandıranlar hep varolagelmiştir. Gelin ben en iyisi size bu mantaliteyi hicveden nefis bir “Fransız masalı” anlatayım.
Büyük Fransız iktisatçısı, devlet adamı ve ekonomi gazetecisi Frederic Bastiat tarafından 1846'da Paris'te çıkarılan bir serbest ticaret gazetesi olan Le libre échange'de yayımlanmış olan "Mumcular Dilekçesi" başlıklı aşağıdaki taşlama, sözkonusu gazetede yayımlanan taşlamaların en meşhur örneğidir. Bu metaforu kullanarak Bastiat, Fransızların tarifeler ve diğer ticaret engelleri yoluyla üretimi yavaşlatarak kendilerini zenginleştirebilecekleri görüşünü eleştirmektedir. Pek çok bakımdan bizim Türk parasına itibar kazandırma kampanyasına uyarlanabilecek bu keyifli metnin kısa bir özetini aşağıda sunuyorum.*
Mumcular Dilekçesi
Mum İmalatçıları, Yapıştırıcıları, Fenerciler, Mumbatırıcılar, Sokak Lambacıları, Enfiyeciler ve Yangın Söndürücüler ile; Donyağı, Sıvıyağ, Reçine, Alkol ve Genel Olarak Aydınlatmayla İlgili Herşey Üreticilerinden, Saygıdeğer Milletvekillerine
Baylar:
Bizler ışık üretiminde bizimkinden öylesine üstün koşullarda çalıştığı anlaşılan bir yabancı rakibin yıkıcı rekabetinden muzdaribiz ki, o rakip iç piyasayı inanılmaz düşük bir fiyatla silip süpürmektedir; o ortaya çıkar çıkmaz bizim satışlar durmakta, tüm müşteriler ona yönelmekte, Fransız sanayisinin sayısız alt kola sahip bir dalı birdenbire tam bir durgunluğa bürünmektedir. İşte bu rakip, başka birisi değil, güneşin ta kendisidir...
Sizlerden bize öyle bir iyilikte bulunmanızı bekliyoruz ki, tüm pencerelerin, çatı havalandırmalarının, çatı pencerelerinin, iç ve dış tüm panjurların, perdelerin, kanatlı pencerelerin, hedef tahtalarının, sönmüş lambaların ve de körlerin-kısacası, tüm açıkların, deliklerin, yarıkların ve ince çatlakların yasaklanmasını sağlayacak bir yasa çıkarasınız...
Şerefli milletvekilleri, ricamızı ciddiye alınız ve bunu neden istediğimizi duymadan reddetmeyiniz.
Her şeyden önce, doğal ışığa ulaşımı mümkün olduğu kadar engeller de, yapay ışık için ihtiyaç yaratırsanız, Fransa'da eninde sonunda bundan fayda görmeyecek bir sanayi var mıdır?
Şayet Fransa daha fazla donyağı tüketecek olsa, daha fazla sığır ve koyuna ihtiyaç olacak, sonuçta da temizlenmiş tarlalarda, ette, yünde, deride ve özellikle de, tüm tarımsal servetin temeli olan hayvansal gübrede, bir artış olacaktır.
Şayet Fransa daha çok sıvı yağ tüketse, haşhaş, zeytin ve kolza üretiminde bir artış görülecektir. Bu zengin ama toprak-tüketen bitkiler, sığır beslemenin toprağa katacağı artan verimliliği kârlı hale dönüştürmek için tam zamanında yetişecektir...
Dilekçemizin başarıya ulaşmasından, ta Anzin Şirketinin zengin ortağından tutun da, zavallı bir kibrit satıcısına kadar, durumu iyileşmeyecek muhtemelen bir tek Fransızın bile bulunmadığına kani olmak için fazlaca düşünmeye gerek yoktur, baylar.
Açık Toplum, 27 Eylül 2001.