“Haklar” ahlaki bir kavramdır, ama diğer ahlaki kavramlardan farklıdırlar; onların kendine özgü bir işlevi vardır. Hakların işlevi, doğrudan doğruya bireylerin ahlaki iyiliğini temin etmek olmayıp, birey olarak insanların kendi-kendilerini yönetmelerini veya özerkliklerini korumak ve böylece tek tek bireylerin ahlaki iyiliğinin içinde gerçekleşebileceği toplumsal ortamı temin etmektir.
Haklar, bireyleri rıza göstermedikleri amaçlar uğruna başkaları tarafgından kullanılmaya karşı koruyan bir hukuk sisteminin yaratılmasında ve yorumlanmasında yol göstericilik yaparlar. Haklarbir kanunun ne olması gerektiğini belirlemek için kullanılırlar. Onlar hukukun normatif temelini sağlarlar, ama –ahlaki erdemlerden farklı olarak- bireyleregünlük hayatlarını idare ederken yapacakları tercihlerle ilgili olarak yol göstermezler. Maalesef, ahlaki bir kavram olarak “haklar”ın kendine özgü işlevi bugün tanınmamaktadır, bu kavramla ilgili bir hayli kafa karışıklığı vardır. Bu kafa karışıklığı insanların “refah” haklarına veya “pozitif” haklara sahip oldukları iddiasında özellikle kendisini göstermektedir; bu iddiaya göre, insanların bir işe girme, eğitim alma, ev sahibi olma ve tıbbı bakım alma hakkı vardır. “Refah” hakları veya “pozitif” haklar kavramı hukukla ahlakı birbirine karıştırmakta ve böylece sadeve hakların değil hukuk ve ahlakın da doğru anlaşılmasını engellemektedir.
Hukuk ve ahlak elbette basbütün ilişkisiz kavramlar değildir. Hukukun eğer bir otoritesi olacaksa onun normatif bir temeli bulunması zorunludur ve dolayısıyla hukuku ahlaktan tamamen bağımsızlaştırmak bir hatadır. Bununla beraber, hukukun altında yatan ahlaki kavramları bireylere günlük hayatlarında yol gösterecek ahlaki kavramlara irca etmek de bir hatadır. Öyleyse, ahlakla hukuk arasındaki temel fark nedir?
Ahlak ve Hukuk
Ahlakın ve hukukun ilgi alanları temelde farklıdır. İnsanın ahlaki iyiliğinin niteliğin gözden geçirmek bu farkın temelini aydınlatacaktır.
1. Ahlak
Ahlaki hayat, özgül ve durumsal olanla zorunlu olarak ilişkili olan tercihlerin alanıdır. Ahlaki erdemlerin ve sahici insani iyilerin bilgisi bizim hepimize ne yapmamız gerektiğini soyut olarak söyleyebilir; fakat bireysel insan davranışının gerçek dünyasında, bütün eylemlerin ve iyilerin somut olduğu dünyada, ahlaki erdemler ve iyiler özgül durumlarla ilgilidir. Bunun içindir ki, basiret veya sağduyu –aklın bireyler tarafından somut bir durumda ne yapılması gerektiğini belirlemek için kullanılması- temel bir erdemdir.
Belirli şartlar altındaki somut eylemler bakımından hangi ahlaki erdem veya iyilerin gerekli olduğunun belirlenmesi kişiden kişiye değişebilir ve belirli erdemlerin bazı kişilerin hayatında başkalarınınkinde olduğundan daha büyük bir rolü olabilir. Bundan dolayı, ahlaki hayat karşı karşıya kalınan duruma ne şekilde karşılık verilmesinin doğru olduğunun belirlenmesiyle ilgilidir. Başarılı bir ahlaki hayat tabiatı icabı son derece kişisel olan bir şeydir.
Bu, şüphesiz, kişinin yaptığı her tercihin bir sonraki kadar iyi olduğunu söylemek değil, ama tercihin kişinin kendisinin olması ve kendisine özgü mülahazalardan kaynaklanması gerektiğini söylemektir. Bir kişinin ahlaki yiliği başka birisininkiyle değiştirilemez. Benim için iyi olan senin için iyi değildir ve olamaz da. İnsani ahlaki iyi objektif, kendi kendini yöneten ve son derece kişisel olan bir şeydir. O soyut, kollektif olarak belirlenen veya gayrışahsi bir şey değildir.
2. Hukuk
Diğer taraftan, hukuk ise ne belirli bir durumda birey için doğru davranışın ne olduğunun belirlenmesiyle ne de onun ne yapması gerektiğinin kendisine gösterilmesiyle ilgilidir. Hukuk bunun yerine, başkalarıyla birlikte olduğunda bireylerin kendini yönetmelerinin veya özerkliklerinin korunmasıyla ilgilidir. İnsanın anlaki iyiliğinin özelliğinin gözden geçirilmesi niçin böyle olduğunu gösterecektir.
İnsanların ne düşünmeleri veya (kendilerine) nasıl davranmaları gerektiğini ele almadan önce, insanın ahlaki iyiliğinin bir analizi onların kendi yşargılarına göre davranmaları gerektiğini göstemektedir. Mamafih, bu, insani ahlaki iyiliğin sonuçlarından dolayı değil, fakat özelliğiniden dolayı doğrudur. Kendini yönetme veya özerklik insani ahlaki iyiliğin aranması ve gerçekleştirilmesinin zorunlu ve işlerliği olan (etkili) bir şartıdır. Özerklik doğru davranışı yapmak isteyen her kişi için zorunludur. O insani ahlaki iyiliğin doğrudan doğruya özüyle ilgilidir ve dolayısıyla şartlardan bağımsız olarak her bir birey için doğrudur. Eğer insani ahlaki iyilik toplumsal olarak gerçekleşecekse, o zaman özerkliğin korunması sağlanmalıdır. Bu noktanın, elbette, kişisel davranrışın belirlenmesi bakımından büyük bir önemi yoktur. Bir normatif ahlakçı bu bilgiden çok fazla yararlanamaz, ama bu hukukun mahiyetini anlamak bakımından hayati derecede önemlidir.
Eğer kendi diledikleri gibi tercihte bulunma imkanı olacaksa, bireylerin özerkliğinin korunması gerektiğinden, bireylerin özerk olma imkanını koruyacak bir kurumun –çerçeveyi belirten ve uygulayan bir kurumun- varlığına ihtiyaç vardır.
İnsani ahlaki iyi bakımından özerkliğin uygunluğu ancak belli bir insanın zekasının kendisini içinde bulduğu şartlar bakımından ihtiyaç olarak belirlediği özel erdemlerden ve somut iyilerden bağımsız olarak anlaşılmak durumundadır. Bunun için, amacı özerklik imkanını korumak olan kurumun somut durumlara ilişkin olarak bazı bireyler için neyin iyi olduğuyla ilgilenmemesi gerekir.
Bireylerin özerkliğinin korunması sadece topluluk hayatında geçerli bir kaygıdır ve dolayısıyla özerkliği korumakla ilgili olan kurum, sadece, insanların rıza göstermedikleri amaçlar için kullanılmalarını hareketleri yasaklayan topluluk hayatının kurallarının ihdası ve uygulanmasıyla ilgilenmek zorundadır. Kendileri için iyi olanı nasıl elde edeceklerini onlara göstermekle ilgilenmemelidir.
Bundan dolayı, insani ahlaki iyiliğin incelenmesi birlikte yaşayan bireylerin her biri ve hepsi için çerçevenin ne olması gerektiğiyle ilgili olan bir kuruma, içinde bulundukları somut durum veya şartlar ne olursa olsun ancak herkes için genel ve zorunlu olarak iyi olan şeylerin korunmasıyla ilgili olan bir kuruma, ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
Hukukla Ahlakın Birbirine Karıştırılması
İnsanların çalışacak bir iş edinme, eğitim, ev veya tıbbi bakım hakkı olduğu iddiasını düşünelim. Soyut bir bakış açısından düşünüldüğünde, bunlar herkes için faydalı ve doğru mallar veya hizmetlerdir. Bunların üretilmesi veya gerçekleştirilmesi gerekir. Ne var ki, bu iddia somut bir durumdaki bireye yol göstermede pek bir işe yaramaz. Bunlanrın hiç birisi soyut olarak var olan mallar değildir. Bunlar nasıl üretilecek veya gerçekleştirilecekler? Kişinin ne tür bir işe, eğitime, eve ve tıbbı bakıma ihtiyacı vardır? Ne dereceye kadar veya ne miktarda bunlar gerçekleştirilmeye çalışılacaktır? Bu mallardan birinin elde edilmesinin başka malların gerçekleştirilmesiyle ilişkisi ne olmalıdır? Uygun “denge” veya “karışım” hangisidir? Bu sorular ancak bireyin içinde bulundağa şartların ve bu duram özgü ihtiyaçlarının göz önhünde bulundurulmasıyla cevaplandırılabilir, doğru cevabın belirlenmesinde bireyin kendi kavrayışı hayati derecede önemlidir.
Yine de, eğer insanların bu mallar ve hizmetlere hakkı varsa, o zaman yukarıdaki soruların cevaplarını tespit etmek hukuk yöneticilerinin sorumluluğudur. Onlar bireylerin sahip olmaları gereken mal ve hizmetlerin türünü, derecesini, miktarını ve bileşimini belirlemek ve bunların başka mallarla nasıl dengeleneceğini göstermek zorundadırlar. Onlar bu mal ve hizmetlerin kullanılmasında nasıl hareket etmek durumunda olduklarını belirlemek durumundadırlar. Ne var ki, hukuk, somut bir durumda bir birey için neyin iyi veya doğru olduğunu belirleme işi için mahiyeti icabı uygun değildir. Bu tür duruma özgü bilgi hukukun bir parçası olamaz, aksi halde hukuk hakiki mahiyetini yitirir.
Ahlak ve Hukukun Tahribi
Diyelim ki hukuk bu işlevi üstlendi, bunun ahlak üzerindeki etkisi ne olurdu? Bu mal ve hizetlerin ahlaki değeri ne olurdu? Her iyi ebeveynin bildiği gibi, kendisi için iyi olanın ne olduğunu bilerek yapması gerekeni ve bunun gündelik davranışlarda gerektirdiğini yapmadığı sürece bir çocuk yetişkin değildir. İnsanın ahlaki iyiliği pasif değil, aktiftir. Bir yetişkinin iyiliğinin neyi gerektirdiğini belirlemeye kalkmak temin edilen mal ve hizmetlerin ahlaki değerini tahrip eder. Hukuk yöneticileri birey için neyin doğru olduğunu, tesadüfen, belirleselerdi bile, bireyin kendi yargısı kullanılmamış olurdu. Soyut olarak konuşmak gerekirse, bu gibi mal ve hizmetlerin değerli olduğunu, ama insan davranışının gerçek dünyasında bunların –bir kişiye kendi duygularını kullanmama pahasına sağlanmıyş olan- sanat işleri gibi kaldığını söyleyebiliriz..
Bir bireyin yargısı ve çabası sadece onun iyiliğinin gerekli kıldığı değerlerden yararlanması için zorunlu değildir, bu değerlerin var olabilmesi için de bunlara ihtiyaç vardır. İhtiyaç duyulan mal ve hizmetler eğer onlar ahlaki bakımdan değerli iseler üretilmek veya gerçekleştirilmek durumundadır. Değerler ve daha özel olarak mal ve hizmetler insan bilgisi ve çabasından bağımsız olarak mevcut değildirler. İnsan iyiliğinin belirli değerleri gerektirdiğini soyut olarak söylediğimizde, sadece dağıtılacak veya yararlanılacak şeyin ne olduğundan değil, fakat münferit bir insanın bilgisi ve gayretiyle neyin üretilmesi veya gerçekleştirilmesi gerektiğiden de söz ediyoruzdur. İnsanın iyiliğine olan mallar cennet nimetleri gibi orada öyle duruyor değildirler. Bunlar bizatihi birey tarafından gerçekleştirilmedikleri sürece onun için değerli olamazlar. Ahlaki hayatın kendini-gerçekleştirmeyle ilgili olduğu düşüncesi nesnenin kendisi kadar onun gerçekleştirilme tarzına da işaret eder.
Bu son nokta, bireylerin “refah” haklarına veya “pozitif” haklara sahip oldukları iddiasının ne anlama geldiğini düşündüğümüzde de önemlidir. Eğer bir bireyin bu mal ve hizmetle hakkı varsa, o zaman, bir hukuk meselesi olarak, onları başkalarının temin ve tedarik etmeleri zorunludur. Başka kişiler kendi rızaları olmaksızın bu “haklar”ı temin etme amacıyla kullanılacaklardır. Eğer bu “refah” hakları veya “pozitif” haklar cebren uygulanacaksa, özerkliğin reddedilmesi kaçınılmazdır; oysa bütün kişilerin kendi ahlaki iyiliklerini gerçekleştirme imkanına sahip olmaları için özerkliğin hukuken korunmasına ihtiyaç vardır. Hukuk kişileri razı olmadıkları amaçlar için kullanmanın bir aracı haline geldiği zaman, kişilerden rızaları olmaksızın zamanlarını ve kaynaklarını almak için kullanıldığı zaman, bireylerin hakları tam anlamıyla ihlal edilmiş olur. Hukukun varlık nedeni ihlal edilir.
İnsanların işe, eğitime,.eve ve tıbbi bakıma hakları olduğu iddiası hukukla ahlakı birbirine karıştırmaktadır. Hukuku ancak bireyin ahlaki yargısının ve davranışının sağlayabileceği şeyleri sağlar hale getirmeye çalışmak ahlaki faili ahlakilikten koparır. Bu ise ahlakı tahrip eder, Frederic Bastiat’nın işaret ettiği gibi, hukuku çarpıtır ve onu koruması gereken şeyin yıkıcısı haline getirir. Bu durum ancak hukuk ve ahlakın mahiyetini doğru bir şekilde anlamak ve doğru bir “haklar” anlayışı geliştirmek suretiyle değişebilir.
(The Freeman, Eylül 1990, No. 9)
Çeviren: Mustafa Erdoğan
Haklar, Hukuk ve Ahlak, Douglas B. Rasmussen, Liberal Düşünce, Sayı 36 - Güz 2004