Benedikt Koehler’in İslam’ın Erken Döneminde Kapitalizmin Doğuşu başlıklı yeni ve özgün çalışması Liberte Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilerek yayınlandı.
11 Haziran 2016, Cumartesi günü Üsküdar'da Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi'nde 14 - 16.30 saatleri arasında düzenlenen panelde yazar Dr. Koehler, Hakan Şahin ve Doç. Dr. Hasan Yücel Başdemir ile birlikte İslam'ın erken döneminde Hz. Muhammed ve ilk Müslümanların piyasa ekonomisinin ve sivil toplumun temeli olan kural ve kurumların ortaya çıkışına ve gelişmesine yaptıkları katkı değerlendirilecektir. Program herkesin katılımına açıktır.
"Bu kitap orijinal bir tez ortaya atıyor: Kapitalizm, sanıldığı gibi önce Ortaçağ’ın sonlarında İtalya şehirlerinde değil 6. ve 7. Yüzyıllarda Arabistan şehirlerinde ortaya çıktı. İlk Müslümanlar, bugün çok fazla anlaşılmış olmasa da ekonomik düşüncenin tarihine çığır açıcı katkılarda bulundular.
İslam, bir iş adamı tarafından tebliğ edilen tek dindir. Hz. Muhammed, ticaretle uğraşan şehirli ve elit bir aileden geliyordu. İslam mesajını getirmesinden önce ataları gibi başarılı bir iş adamıydı. Mesleğini risaletinden sonra da sürdürdü. Bu nedenle olmalı ki yeni din ticaret, tüketicinin korunması, iş ahlâkı ve mülkiyet hakkı konularında birçok şey söylüyordu.
İlahî mesajın etkileyiciliği ile ilk Müslümanların ticarî dehasının birleşmesi, İslam’ın hızlıca yayılmasını ve bu arada onların ekonomik deneyimlerinin Avrupa’ya geçişini sağladı.
Benedikt Koehler, bu kitapta İslamî kurumların ve ticarî uygulamaların Venedik ve Cenova’ya nasıl taşındığını ve buralarda nasıl yeniden şekillendiğini anlatmaktadır. Bu finansal yenilikler ortaklığın icadı, işletme yönetimi teknikleri, ticarî aritmetik ve parasal düzenlemeler gibi piyasa mekanizmalarını ihtiva ediyordu.
Avrupa’yı etkileyen başka İslam kurumları da vardı: İslam vakıfları, şirketlere ve yüksek öğretim kurumlarına ilham verdi. Oxford ve Cambridge gibi ilk Avrupa üniversiteleri, Medrese eğitimini model olarak aldı.
Tüm bunlar, bize şunu söyleme hakkını açıkça verir: Piyasa ekonomisinin tüm temel kurumlarının İslamî kökenleri vardır."
Kitabı İngilizce'den Türkçe'ye Çeviren: İsmail Kurun
Konuşmacılar hakkında bilgi:
Dr. Benedikt Koehler, siyaset felsefecisi Adam Müller ve liberal reformcu Ludwig Bamberger’in biyografilerinin yazarıdır. İslam ekonomisi üzerine 2011 yılından beri akademik dergilerde makaleleri yayımlanmaktadır. Koehler, Yale Üniversitesi (ABD) tarih bölümünden mezun olduktan sonra Fulbright bursu ile Tübingen Üniversitesi’nde (Almanya) Alman Edebiyatı alanında doktorasını tamamladı. Ardından Londra’daki City Üniversitesi’nde ekonomi alanında yüksek lisans çalışması yaptı. Orjinal ismi Early Islam and the Birth of Capitalism olan ve Liberte Yayınları tarafından Türkçesi yayınlanan yazarın bu araştırması, bağımsız fikir kuruluşları olan Liberty Fund (Hürriyet Fonu, ABD) ve Institute of Economic Affairs (Ekonomik Araştırmalar Vakfı, İngiltere) tarafından desteklenmiştir.
Doç. Dr. Hasan Yücel Başdemir, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesidir. Başdemir, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde John Stuart Mill’in Hürriyet Anlayışı adlı çalışmasıyla bitirdi. Doktorasını aynı enstitüde Liberalizmin Ahlâkî Temelleri adlı çalışma ile tamamladı. Aynı adla tezinden başka yayınlanmış çalışmaları arasında Epistemoloji: Temel Metinler (ed.) ve Çağdaş Epistemolojide Bilginin Tanımı Sorunu, Türkiye’de Din Özgürlüğü ve Laiklik (ed.) bulunmaktadır. Epistemoloji, ahlâk ve siyaset felsefesi, din özgürlüğü ve İslam düşüncesi alanlarında çalışmaktadır. Ayrıca Liberal Düşünce Dergisi Yayın Kurulu Üyesi ve Liberte Yayınları Editörlüğü yapmaktadır.
Hakan Şahin, İstanbul Üniversitesi'nde İlahiyat, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nde Bilgisayar Mühendisliği okuduktan sonra Fatih Üniversitesi’nde İşletme Yönetimi alanında yüksek lisans yapmıştır. Halen İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Yönetim ve Organizasyon alanında ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nde İslam İktisadı ve Finansı alanında doktora çalışmalarına devam etmektedir. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olan Şahin, daha önce Süleymaniye Vakfı’nda Genel Sekreterlik yapmış, özel sektör kuruluşlarında proje yöneticisi ve iletişim sistemleri koordinatörü olarak görev almıştır. İslam ve piyasa ekonomisi, doğal haklar, sivil toplum, para ve bankacılık tarihi konularında çalışan, Liberal Düşünce Topluluğu’nda ve başka sivil toplum kuruluşlarında seminerler veren Şahin’in “İslam Öncesi Mekke’de Sivil Toplum”, “Piyasa ve Ahlâk” adında yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır.
İlk bakışta, 7. yüzyılda Arabistan'da bir din olarak ortaya çıkan İslam ve yüzyıllar sonrasında Avrupa’da kendini gösteren, mal üretimi ve dağıtımı ile ilgili bir yaklaşım olan kapitalizm arasındaki bağlantı mantıksız görünebilir. Piyasa ekonomileri nispeten yeni bir olgudur ve ancak 18. yüzyılda Adam Smith, piyasa teşviklerinin refahı nasıl sağladığını açıklayabilmişti. Buna karşın, Ortaçağ İtalyası'nın ticari cumhuriyetlerine kadar götürülebilen piyasa ekonomileri, yüzyıllara dayanan bir gelişime sahipti. Aynı şekilde, Adam Smith Milletlerin Zenginliği’ni yayınlamadan çok önce, iktisadi piyasa güçlerinin analizi belli bir noktaya gelmişti. Piyasa ekonomilerini ortaya koyan bu yaklaşımın tarihte derin kökleri olduğundandır ki bunları aramak meşru görülebilir.
Aşağıdaki ifadelerden, yüzyıllar sonra gelişmiş (ve hala gelişen) piyasa uygulamaları için İslam'ın bir örnek teşkil ettiği sonucu çıkmaz. Fakat bu yorumlar İslam’ın ilerleyişinin toplumun düzenlemesine yönelik daha önceki toplumlarda görülmeyen belirgin bir iktisadi yaklaşımın ilk örneği olduğu neticesine ulaştırır. Bu nedenle, İslam'ın kurucusu Muhammed, refahı yükselten ve zenginlik yaratan ekonomik teşvikleri öngören sosyal organizasyon yaklaşımıyla ilk siyasi ve sosyal reformcu olarak değerlendirilmeyi hak etmektedir. Muhammed, İslam öncesi dönemlerde yokluğu bir şekilde hissedilen pazar teşviklerinin sosyal refah üzerindeki etkisinin farkındaydı.
Daha öncekiler ile Muhammed’in iktisadi analiz yaklaşımı karşılaştırıldığında onun yaklaşımındaki özgünlük fark edilmektedir. Örneğin, Aristoteles paranın amacı hakkında çok az şey söylemiştir; onun için para, kazanç elde edilen bir şey olmaktan ziyade, değişim aracı olarak bir kullanıma sahiptir. Açıkçası, Aristoteles'in yaklaşımı, yatırıma dayalı olarak zenginlik yaratan bir toplumu ileriye götürmeye hiç de uygun değildir. İsa'nın ekonomik görüşlerine gelirsek, küçük bir kasaba marangozunun ev ortamında büyümüş ve gençliğinde yatırım ve risk alma pratikleri ile asla karşılaşmamış bir insandan bahsediyoruz. Nitekim İsa, yatırımları pek umursamadığından, vaazlarında zenginliğe nasıl ulaşılacağıyla ilgili, havarilerine hiçbir yol göstermemiştir.
Aristoteles ve İsa ile karşılaştırıldığında, Muhammed'in geçmişi ve bakış açısı epey farklıdır . Muhammed kırklı yaşlarında ilk görülerini yaşamadan ve bir din reformcusu olarak kendi çağrısını yapmadan önce yaklaşık otuz yıllık bir iş tecrübesini arkasında bırakmıştı. Muhammed, birkaç yüzyıl boyunca gelişmiş ticari bir kültürün gelenek ve görenekleri ile yoğrulmuş başarılı bir tüccar ve girişimciydi. İlk İslami toplum olan Medine’deki ümmet için, piyasaları, ticareti ve rekabeti nasıl yapılandıracağına dair ayrıntılı kurallar içeren yol haritaları oluştururken bu deneyimlerinden faydalanmıştı. Bu çerçeve onun duruşunu besleyen gelenekleri yansıtıyor ve böylelikle geçmişinin kısa bir değerlendirmesini gözler önüne seriyor.
Muhammed'in Dünyası
İncil’in gönderildiği zamanlardan bu yana Arap Yarımadası'nda, Hicaz’da gezinen kabileler girişimci tüccarlar haline gelmişlerdi. Arkeologlar Arap altın madenciliğini Kral Süleyman dönemine kadar götürmektedirler ve Hezekiel Kitabı da baharatların ve altının ihraç edildiği Arabistan'daki tüccarlardan bahsetmektedir. Sayıları 2.500’e kadar varan develeriyle kervanların ulaştığı büyüklüğe bakıldığında, Muhammed dönemindeki ticaret hacminin boyutları ortaya çıkmaktadır.
Hicaz’da yaşayan kabileler, tek bir kapsayıcı siyasi otoriteye teslim olmamışlardı. Bununla birlikte, Hicaz'da merkezi bir otorite veya başkent görülmese de Mekke birkaç kuşak boyunca Pan-Arap kimliği için bir odak noktası haline gelmişti. Siyasi anlamda Pan-Arap kimliği diye bir şey olmamasına rağmen, Arap kabileler, din ve daha da önemlisi ticaret çevresinde gelişen kapsayıcı bir toplumsal kimliği paylaşmışlardı. Mekke, kendi özgün serveti -İbrahim tarafından bir sunak olarak inşa edildiği bir efsane tarafından iddia edilen siyah kaya olan- Kâbe’nin becerikli yönetimindeki seçkin konumu sayesinde, bu kimliğin bir odak noktası oldu.
Her biri kendi adetlerine bağlı olan ve kendi tanrılarına ibadet eden Hicaz'ın her köşesinden kabileler, Kâbe’ye bağlılığını göstermek üzere Mekke'yi ziyaret ederlerdi. Mekke'de kaldıkları sürece diğer kabilelerden hacılar ile karşılaştılar ve böylece ticaret için fırsatlar doğdu. Bir dini ve ticaret merkezi olarak Mekke'nin konumu, mümkün olduğu kadar çok hacı çekmesine ve onların diğer inanç mensuplarıyla çatışma risklerinden korunmasına bağlıydı.
5. yüzyılın başlarında Mekkeli tüccar Kusay, Mekke'nin geçici toplulukları için dini hoşgörü ile ticari platformu birleştiren kurumsal bir çerçeve oluşturdu. Kusay, hacıların, kendi ortak onayları ile şiddetten kaçındıkları ve başka inançlara tahammül gösterdikleri alan olarak bilinen haram ile Kâbe’nin etrafını çevreleyip koruma altına alarak bunu başardı. İbrahim'in soyundan geldiği iddia edilen Kusay, haramı koruma sorumluluğunu üzerine aldı.
Hacıların hiç bitmeyen akışı, bir ticaret merkezi olarak Mekke'nin gelişimini destekledi. Arap örf ve geleneklerine uygun olarak, Kusay bir halef tayin etmemişti; fakat onun soyundan gelen aileler haramın bekçileri olarak onun izini takip etmişlerdir. Kusay soyundan gelenler, Emeviler ve Haşimiler olarak ikiye ayrıldılar. Haşimiler isimlerini Kusay’ın torunu ve Muhammed’in büyük dedesi olan Haşim’den aldılar. Yüzyıllar boyunca, halifeler bu iki aileden gelecekti.
Haşim, dedesi kadar zeki bir ticari diplomattı. Kur'an, Hicaz'ın ticareti için yeni bir çerçeve oluşturan Haşim'in temel başarısını, yani ilafı, övmektedir. Mekke ve Akdeniz arasındaki ticaret yolları korumasız olduğundan kervanlar pusuya açıktılar. Haşim’in İlaf şartları altında, kervan tüccarları, güvenli geçiş garantisi karşılığında, döndüklerinde kendi yüklerinin satımından pay vermek üzere Bedevilerin mallarını kendi yükleri arasına katmayı kabul ettiler. Aslına bakılırsa, Haşim, Mekke’nin haramını kuşatan serbest ticaret bölgesini genişletmiş ve ilgili tüm taraflar için karşılıklı olarak yararlı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bedeviler ve kervan tüccarları ilafa tabi olmaktan kazançlı çıkmışlardır.
Haşim ticari başarıları ile hemşehrilerinin saygısını kazandığından, oğlu Abdülmuttalib, askeri ve siyasi kriz anındaki ayakları sağlam basan yönetimi sayesinde ailenin itibarını daha da artırdı. 570 yılında Mekke askeri bir işgal ile karşı karşıya kaldı. Abdülmuttalib hemşehrilerinden sağlam durmalarını istedi ve teslimiyetin karşısında oldu. İşgal püskürtülerek istilacı ordular yenilgiye uğratıldı ve bu sonuç, Mekkeli vatandaşlar arasında Haşimiler’in konumunu daha da yükseltti. Kur'an, Abdülmuttalib'in başarısını açıkça zikretmektedir, böylece Kur'an okuyucuları Muhammed'in soyunun seçkin bir aileden geldiğinin bilincindedirler.
Mekke'nin seçkin siyasi ve ticari liderlerinin torunu ve torununun oğlu olan Muhammed bin Abdullah’a büyük bir servet kalmadı. Muhammed'in babası, eşi Emine doğum yapmadan önce vefat etti ve Muhammed altı yaşında iken Emine, dünyaya gözlerini kapadı. Seçkin bir Mekkeli ailede doğmuş olmasına rağmen, Muhammed erken yaşlardan itibaren yaşam masraflarını kendi karşılaması gerekeceğini biliyordu.
Öksüz çocuk, ilk olarak dedesi Abdülmuttalib'in ve sonrasında amcası Ebu Talib’in yanında olmak üzere, yakın akrabaları tarafından büyütüldü. Daha on yaşındayken, amcası Ebu Talib’e ilk ticari seferlerinde eşlik etti. Babası çöldeki ticari seferlere dayanamamış biri olmasına rağmen, Muhammed uzun yol ticaretinin risk ve tehlikelerine karşı çoktan tecrübe kazanmış bir delikanlıydı. Azar, Arapların bu tür risklere karşı kullandığı bir kelimedir; İngilizce’ ye hazard olarak geçmiştir.
Muhammed, işinin ehli bir yatırım yöneticisi arayan Mekkeli yatırımcıların dikkatini çektiği için ticarette başarılı oldu. Muhammed önderliğindeki ticari girişimler için risk sermayesi sağlayan Hatice maddi yönden bağımsız bir duldu. Daha sonra Hatice ve Muhammed evlendi. Muhammed'in bir kadın girişimci ile evlenmesi aile teamüllerine uygundu - Dedesi Haşim'in eşi Selma da bağımsız bir tüccardı.
Bugün benim dikkat çekmek istediklerim, Muhammed'in Mekke'den Medine'ye sürgününe yol açan olaylarla ilgili değildir. Kısaca, Muhammed'in tek tanrılı inancı, haramda farklı tanrılara tapılıyor olunması ile uyumsuzdu. Muhammed bir din reformcusu olarak çağrısını yaptığında ailenin diğer üyeleri ile birlikte Hatice de onu destekledi; fakat Mekke'nin seçkin tüccarlarının diğer kesimleri, Muhammed'in vaazlarının, ibadet ve ticaret için toplanan çeşitli mezheplerin bir mekânı olarak Mekke'nin iş modelini sarsabileceğini çok iyi anladılar. Muhammed, yönetici elite karşı çıkmış ve toplumun kurulu ticaret yapma biçimi ile kendi inancının gereklerine bağlılık arasında bir seçim yapmak zorunda kalmıştır. Bildiğimiz kadarıyla, Muhammed, Mekke’den, ilk Müslüman topluluğu, ümmetini kurduğu Medine’ye hareket etti.
Birçok rivayet Muhammed'in Medine'deki siyasi ve askeri eylemlerinden bahsetmektedir. Ama aşağıdaki açıklamalar, Muhammed’in içinde büyüdüğü gelenekleri Medine'de nasıl uyguladığını ve değiştirdiğini göstermeyi amaçlamaktadır.
Piyasa düzenlemesi ve adil ticaret
Medine'de Muhammed'in ilk eylemlerinden birisi pazar için bir alan belirlemekti. O, Medine pazarını vergiye tabi olmayan bir bölge olarak tasarlamıştı; böylece, Mekke'deki yerleşik pazar ile mali bir rekabete girmişti. Muhammed, pazar için fiziki altyapı düzenlemekle kalmamış -bu alan öyle boyutlandırıldı ki, bir deve semerinin sınırların her tarafından görülebilmesine olanak veriyordu- aynı zamanda ticaretin nasıl yapılması ile ilgili ayrıntılı hükümler vermiştir.
Örneğin, Muhammed, tüccarların, kentin sınırları dışından gelen kervanlarla görüşmelerini ve onlardan mal satın almalarını yasaklamıştı. Tüm ticari işlemlerin pazar yerinde kalması konusunda ısrar ederek, yerel tüccarların, yerel koşulların içeriden bilgisiyle piyasayı ele geçirmeye çalışmalarını engellemişti. Dahası, ihtikâr olarak bilinen -bu sayede tüccarların gıda arzını azaltarak fiyatları artırdıkları- bir tür fahiş fiyat uygulamasını yasaklamıştı.
Piyasa işleyiş kuralları açık bir şekilde uygulanmıştır. Böylece haksız muamele ile ilgili bir şikâyeti olan herhangi bir müşteri, kendi sorununu, tüccarların ağırlık ve ölçülerini kontrol eden ve gerekirse bir tüccarın ruhsatını iptal edebilen yetkili bir piyasa müfettişi, muhtasibe iletebiliyordu. Uygulamada muhtasib, piyasa düzenlemelerinin ve tüketiciyi koruma kurumlarının bir denetçisiydi.
Muhammed'in faiz, ribâ, yasağı geniş bir incelemeye tabi tutulmuştur ve bugünkü tartışmanın kapsamının dışındadır. Fakat Muhammed'in tefecilik yasağı -ve bu genellikle göz ardı edilir- bir yandan tefecilik ile diğer yandan adil ticaret arasında bir ayrım yapmıştır. Dolaylı olarak da olsa, risk alarak ve yatırım yapılarak kazanılan kâr ile uyumlu olunması yanında adil olunması şartıyla, Muhammed, finansal uygulamaları meşru görmekteydi. Bu, tefecilik konusundaki yasağıyla çelişkili değildir. Muhammed, her şeyden önce, ilk servetini, daha sonra eşi olacak Hatice'nin yatırımlarına borçludur ve İslam'ı benimsedikten sonra bir risk yatırımcısı olarak kariyerini devam ettirmiştir. Erken Arap tarihçileri, Muhammed'in, Huneyn muharebesiyle tamamlanan son askeri seferini finanse etmek için borç almasından ve ganimet gelirlerinden hisseler dağıtarak borcunu ödemesinden bahsetmektedirler.
Muhammed, şahsi mülkiyete sahip olma (çağdaşı Avrupa'da hiç duyulmamış) ve kendi hesabına ticaret yapma hakkını kadınlara tanıyarak, onların mülkiyet haklarını kabul etmiştir. Tarihçiler hukuki ihtilaflarda davacı taraf olabilen kadınlardan bahsetmektedirler. Örneğin, Muhammed'in kızı Fatma, babasının servetinden daha büyük bir pay için mahkemeye başvurduğu zaman, İslam tarihinin en eski davalarından birini açmış oldu.
Parasal reform
Nasıl ki Muhammed İslam öncesi birçok geleneği sürdürmüş ve uyarlamış ise halefleri, Medine ve daha sonra Şam'da bulunan halifeler de, dinsel ortodoksiden ödün vermeksizin ticari uygulamaları koruma ve uyarlama konusunda aynı derecede esnek olmuşlardır.
Eski İslam toplumlarında zenginliğin yaratılmasında ana faktörlerden biri, tek bir para biriminin oluşturulmasıydı. Medine ve Şam'a egemen olan halifelerin eski Bizans ve İran topraklarındaki halklardan vergi toplamaları, parasal reform ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Müslüman elitler, tebaasından sayıca çok azdı, bu ölçekte bir imparatorluğu yönetmek için, ne insan gücüne ne de kurumsal bilgiye sahiptiler. Ancak, onlar tebaalarının kurumsal uzmanlıklarından istifade etmekten geri kalmadılar. Halife Ömer, Medine'de vergiden sağlanan gelirlerin yönetilmesi amacıyla eskiden Bizans kamu hizmetlerinde görev yapmış memurları işe almıştı. Bunlar, genellikle mali idarenin kullandığı binaya adını veren, divan olarak adlandırılan hesap defterinin nasıl kullanılacağını öğretmişlerdir. Divan, Fransızca' ya douane olarak geçmiş bir terimdir.
Medine'deki iktidarı sırasında Muhammed, şahsi kullanımına ayrılan bütçe ile ümmetinin bütçesini birbirinden ayırmıştır. Onun halefleri, bu ikisi arasındaki ayrıma riayet etmişlerdir. Halife Ömer, yatırım yapmak (belirli bir kârla) için vergiden sağlanan gelirleri, ticari girişimlerinde kullanan oğullarını uyarmıştır. Halefi Osman vergi gelirlerini kendi kişisel geliri olarak işleme koyduğunda ve bu gelirleri akrabalarına ve sevdiklerine dağıttığında tebaasının öfkesini üzerine çekmiştir.
Müslüman kamu hizmetleri için istihdam edilen pek çok görevli Hıristiyan’dı. Örneğin, Şamlı Aziz John, Bizanslı memur bir aileden geliyordu ve ataları nasıl imparator için hizmet ettiyse o da halife için çalıştı. Bu memur kadrosu, Dâru'l-İslam genelinde tek para birimi uygulamasının başlamasını sağlamıştı.
Halifelerin tek bir para birimine ihtiyaç duymalarının çok çeşitli nedenleri vardı. Eski Bizans topraklarında kullanılan para birimi, kökeni Roma dinarına kadar götürülebilen tarihi bir para olan dinardı. Eski İran bölgeleri, Yunan drahmisinin bir türevi olan dirhemi kullanıyorlardı. Bu nedenle, tek tek bölgeler, farklı para birimleri kullandıklarından, vergileri ve kamu harcamalarını denkleştirme işi, yoğun bir muhasebe çabasını gerektiriyordu. Yeni paranın basılmasında bir başka neden ise, Bizans İmparatoru himayesinde basılan altın sikke olan bezantın uluslararası para birimi olarak kabul görmesiydi. Müslüman yöneticiler (İncil zamanlarından beri altın madenciliği yapılan bir bölgenin insanlarıydılar) kendi halklarının yabancı para birimini kullanıyor olmaları nedeniyle kendilerini mahcup hissetmiş olmalıydılar. Üstelik Konstantinopolis'te basılıp Hıristiyan sembollerle bezenen bu paralar, kendilerine olan saygılarını yitirmelerine yol açacaktı.
Yeni bir altın paranın sunulması onlarca yıllı kapsayan bir dönem sonunda mümkün olacaktı. Halife Muaviye'nin yeni bir parayı tedavüle sokma çabaları, ironik bir biçimde, kendi tebaasının Hıristiyan ikonografisi içermeyen bir paraya güvenmemesi yüzünden, 660 yıllarında başarısızlığa uğradı. Halefi Abdülmelik, 695 yılında, altın, gümüş ve bakır cinslerinde üç metalli parayı tedavüle soktu. Dinarı basmak için altın, dirhem için ise gümüş kullanılmıştır. Abdülmelik, tek tek bölgelerde gümüş ve bakır para basımına izin verse de, altın basımını Şam'da kendi sarayında yapmıştır.
Abdülmelik reformları, İslami finansın, hâlihazırdaki kurumları değiştirme ve yeni amaçlara uygun olarak onları geliştirme adına yapabileceklerinin en önemli işaretlerini göstermektedir. Yeni Müslüman para sistemi, selefi Roma ve Yunan paralarını bir araya getiriyordu – Dinar, Roma dinarına ve dirhem de Yunan drahmisine dayanıyordu. Tedavüldeki parayı kullananlar, Bizans bezantı ve İslami altın dinarı arasında arbitraja teşvik edildiler. Bezant 4,5 gram ve yeni İslami dinar da 4,25 gram ağırlığında tutularak, bezant sahiplerinin kârlı çıkarak paralarını dinara çevirmeleri teşvik edilmiştir.
Kurumsal yönetişim
Piyasa ekonomilerinin özelliklerinden biri, tek tek ortaklık temsilcilerinin hak ve görevlerinin tanımlandığı gönüllü kuruluşların çoğalmasıdır. Muhammed'in döneminden günümüze kadar gelen iki belirgin tüzel kişilik /ortaklık yapısı vardır; bunlar, ticari girişimler için oluşturulan qirâd adındaki kuruluşlar ile vakıf olarak adlandırılan hayır kurumlarıdır.
Büyüyen imparatorlukta giderek zenginleşen Müslüman elitlerin elinde biriken sermaye, Dâru'l-İslam sınırlarının genişlemesiyle artan ticari fırsatlar ile yeni ortaklıkların oluşumuna yol açmıştır. Müslüman hukukçular, Muhammed'in risk ve kâr paylaşımı hakkındaki emirleri ile uyumlu olan ortaklık girişimlerinin nasıl tasarlanacağı konusunda çok sayıda sorunla meşgul olmalıydılar. İslam hukuk okullarının ilk kurucusu olan Malik bin Enes, ticari girişimlerin yaygın biçimi olan qirad’ın bir tanımını vermektedir:
“Müsaade edilen qirâdın en yaygın biçimi, bir adamın kendi üzerinde herhangi bir yükümlülüğü olmadan, meslektaşından iş yapma adına para almasıdır.”
Yönetsel sorumluluğun sınırlılığı ve yatırımcılar ile onların aracıları arasındaki makul kâr paylaşımı, taraflar arasında müzakere konusu olmaktaydı. İslam hukukçuları, kişisel harcamalarda sorumluluğun değerlendirilmesine yönelik talimatlar yazmışlardır (yöneticilerin, kendi harcamalarında yatırımcılara karşı sorumlulukları olduğunu düşünmeleri şartıyla, kendi kişisel rahatlıkları için makul bir harcama hakları vardı). Malik bin Enes'in kurumsal yönetişim meselelerine ilgisi, kendi dönemindeki Avrupa hukukçuluğunun ilerisindeydi. O ve diğer İslam hukukçuları, ticari kayıp durumlarında yöneticilerin sınırlı sorumluluklarını ve kârın yatırımcılar ile yöneticiler arasında nasıl paylaşılacağını düzenlediler.
İslam hukukunun bir başka yeniliği de, tanımlanmış bir yasal kimliğe ve amaca sahip, qirâd gibi tüzel kişiliklerin kurulmasıydı. Vakıf olarak bilinen bu kuruluşlar, hayırseverlerin bağış yapması amacına hizmet etmekteydi. Muhammed, müritlerini yardım etmeye özendirdi; muhtemelen Medine'de komşuları olan Yahudi cemaatinin uyguladığı sadaka örneğinden esinlenmişti. Muhammed’in bizzat kendisi, mülkünün çoğunu hayır işlerine bırakmıştı.
Yardımın, zekât olarak bilinen, Müslüman versiyonu, İslam ülkelerinde kamu mallarının temininde kamu / özel sektör ortaklıklarının anahtar bir özelliği olmuştur. Hayır kurumlarına bağış yapmak ve bunlar için geniş yelpazedeki amaçları desteklemek, İslami yaşamın yerleşik bir özelliği haline gelmiştir. Hayırsever bağışlar İslam öncesi Arabistan'da bilinmesine rağmen, vakıflar kurumsal bir yenilik olmuştur.
Hayır amaçlı mirasın bir vakıf olarak tanınması, belirli kriterlere uygun olmayı, yani mirasın geri alınamaz ve daimi olmasını gerektirmekteydi. Ayrıca, idarenin kötüye kullanılmasına karşı vakıflar, kurumsal güçler ayrılığı özelliğine sahip olmak zorundalardı. Öncelikle, vakıf, atanmış bir yönetici olan mütevelli tarafından yönetilecekti. İkincisi, yönetim görevini kötüye kullanma durumlarında tazminat talepleri, bağımsız bir yargıç olan kadıya götürülebilecekti.
Avrupa’daki yansımaları
Avrupalı tüccarların Dâru'l-İslam içerisinde seyahat engelleri bulunmamaktaydı ve bu tüccarlar yerel ticari uygulamalar sayesinde deneyim kazandılar. Topraklarında çoğunlukla Müslümanların yaşadığı Haçlı devletlerine yerleştiklerinde, çok daha fazla Avrupalı, İslami kurumlar hakkında bilgi almak için geldi. İslami gümrüklerin yakından bilgisine sahip, Haçlı devletlerinde önemli bir yeri olan iki kuruluş, Fransiskan Rahipleri ve Tapınak Şövalyeleri idi. Sicilya'da, 13. yüzyılda, İmparator II. Frederick, birçok Müslüman bilim adamını ve müşavirini Palermo mahkemesinde istihdam etti. Böyle etkileşimler, Avrupa'ya bilgi aktarımında aracı oldu.
Hukuk tarihçileri, 12. yüzyılda İngiltere'de kurulan ilk tröstlerin, İslami vakıfların temel tasarım özelliklerini kopyaladıklarına dikkat çekmişlerdir. Ortaçağ İtalyası’nın ticari şehir cumhuriyetleri, faal olmayan ortakların denizcilik işlerine yatırım yapabildiği tüzel kişiliklere kaynaklık etmiştir. Bu şirketler, İtalyanca commenda olarak adlandırılır ve qirâdlara benzer bir biçimde yapılandırılmışlardır.
Tabii ki, bu kurumların, yüzyıllar boyunca var olmuş İslami versiyonları ile herhangi bir aslî karşılaşma olmaksızın ortaya çıkmış olması pekâlâ muhtemeldir. Ancak, İslami kurumlar, antik çağlarda pek de göremediğimiz bir şekilde tröstleri ve commendaları öncelemişlerdir. Ortaçağ Floransası’nın, Venedik’in ve Cenova’nın ve bunların tüccar prenslerinin ticari başarı öyküleri, Mekke’deki ve Medine’deki Emeviler’in ve Haşimiler’in yükselişiyle birçok benzerliğe sahiptir. Emeviler ve Haşimiler risk alarak zenginleşen uluslararası gayri resmi ticari işbirlikler ağına sahip bir kent merkezindeki sivil topluluklardı. İtalyan aristokratlar ile Arap plütokratlar arasındaki benzerlik açıkça görülmektedir.
Sonuç
Kapitalizm uzun bir tarihsel dönem boyunca gelişmiş ve çeşitli tezahürlerle yayılmıştır. Dolayısıyla, biz, bugün 'kapitalist' dediğimiz piyasa ekonomilerinin tamamen şekillenmiş işlevlerinin çekirdeği olan 7. yüzyıldaki Hicaz'ın ekonomik realitelerini bugün için yeniden kurgulayamayız. Bununla birlikte, buradaki durum şudur ki; kapitalist ekonomilerin kökenleri, Ortaçağ İtalyası’ndaki öncüllere kadar uzanmakta iken, daha da geriye bakmak ve İtalyan ticari toplumlarının İslami kökenlerini gösteren bir ekonomik yaklaşımın özünü bulmak mümkündür. Fakat bu ticari uygulamaları bir şekilde Roma ya da Antik Yunan’a bağlamak mümkün değildir.
Bu ifadeler, Avrupa'daki ekonomik analizin ve yaklaşımın özüyle çelişen bir durum teşkil etmiyor. Ancak, bu ifadeler, Arap ekonomist Muhammed bin Abdullah'ın çalışmaları ve etkisinin, toplumsal ilişkileri ortaya koyan belirgin bir ekonomik yaklaşımı dile getirdiğini ve onun bu yaklaşımının, iktisadi düşünce tarihinde yeni bir sayfa açtığını ileri süren bir durum ortaya koyuyor.
Son olarak, aşağıdaki alıntı İslam'ın kurucusunun piyasa yanlısı fikirlerini göstermektedir:
“Kim kendini dilenmekten alıkoymak veya ailesi için bir geçim kaynağı sağlamak veyahut komşularına karşı nazik olmak amacıyla, adil olacak şekilde dünya ve zenginliklerini isterse, o, Kıyamette dolunay kadar parlak yüzü ile Allah'ın huzuruna çıkacaktır. "
Bu ifade piyasa odaklı bir sivil toplum çerçevesini içermektedir – bu çerçeve, yoksulluğu bertaraf etmeyi, ailesine ve genel olarak topluma faydalı olmayı amaçlayan ekonomik uğraşlar üzerinde bir kısıtlama olarak hukukun üstünlüğünü içerir.
İlave okuma için bibliyografya
Bu tebliğ Economic Affairs'te yayınlanan yazarın kendisi tarafından yazılmış, aşağıdaki makaleleri kapsamaktadır:
“Islamic Finance as a progenitor of venture capital”, Vol. 29, No. 4, Aralık 2009.
“Early Islamic charities as catalysts of institutional innovation”, Vol. 30, No. 3, Ekim 2010.
“The seventh-century Islamic gold standard”, Vol. 30, No. 3, Ekim 2010.
“The economist Mohammed ibn Abdullah (570-632)”, Vol. 31, No. 1, Mart 2011.
“Female entrepreneurship in early Islam”, Vol. 31, No. 2, Haziran 2011.
* “Birth of Capitalism in Islam”, Mont Pelerin Cemiyeti Özel Toplantısı’nda sunulan tebliğ, 24 Nisan 2012, Fez, Fas.
Çeviren: Uğur Altundal
Islami Commentary sayfasında çıkan İngilizce yazısı için
http://islamicommentary.org/2014/04/benedikt-koehler-early-islam-and-the-birth-of-capitalism/