Dokuz-on yıl önce, haftalık Pazar Postası’nda yayımlanan bir yazımda, Türkiye’de o zaman da popüler olan statüko karşıtı kimi düşüncelerin, ilk bakışta liberalizmi andırmakla beraber, aslında liberal siyasal felsefeyle doğrudan doğruya bir ilişkisi olmadığına dikkat çekerek, bu tür fikirleri “liberalimsi” olarak adlandırmıştım.
Bu konuda bugün de değişen pek bir şey yok. Medyaya baktığımızda, çeşitli ideolojik eğilimlerden köşe yazarları, aslında zihinsel bir kurgudan ibaret olan bir “liberal yazarlar” kategorisinden zaman zaman şikâyet sadedinde söz etme alışkanlığına sahipler. Bunlar arasında Atatürkçü olanı da, sosyalist olanı da İslamcı olanı da var. Eleştiriciler genellikle isim vermedikleri için, kendilerine eleştiri yönelttikleri bu “liberal yazarlar”ın kim olduklarını açık olarak bilmiyoruz; ama eleştirilerin niteliğinden, “liberaller”den kastedilenin, kabaca, Türkiye’deki statükoya karşı olan Avrupa (AB) veya Amerika sempatizanı yazarlar olduğu anlaşılıyor.
Burada ilginç olan, özellikle İslamcıların “liberal” sıfatından duydukları hoşnutsuzluğu, “liberaller” kategorisini Avrupacı veya Amerikacı olarak tanımlamak yoluyla ortaya koymalarıdır. Böylece herhalde, “liberal” denince okuyucularının akıllarına ilk gelenin bir fikir hareketi değil de basit bir Batıcılık veya AB hayranlığı olması garanti edilmek isteniyor. Sanki söz konusu olan, arkasında üçyüz küsur yıllık felsefi ve fikri birikim olan bir siyasi doktrin değilmiş gibi... Böyle bir kurgunun kurgu sahiplerine “liberaller”i eleştirmede ziyadesiyle kolaylık sağlayacağı açık olmakla beraber; “liberalimsi” olan o yazarlar bile böyle bir tanıma indirgenmeyi doğrusu hak etmiyorlar. Onları toptan “Batıcı”, “AB hayranı” veya “Amerikancı” olarak yaftalamak “topu taca atmak” veya açıkça “hile yapmak”tır.
Başka bir garabet de, liberal duruşu baştan beri felsefi bir arka plana dayanan açık bir liberal çizgi ortada dururken, “liberalizm”i, çoğu kendisini hiçbir zaman “liberal” olarak tanımlamış olmayan kimi gazetecilerin liberalimsi söylemlerinden hareketle taşlamayı seçmektir. Böyle yapanlar bunun kendilerine sağladığı sahte rahatlıktan hoşnut olabilirler, ama bunu AKP’yi liberalizmden sakınmak adına yapanların “hayra” hizmet etmiş olacakları çok şüphelidir.
Gerçi “liberalizm-muhafazakârlık kardeşliği”nden dem vurmak bana da antipatik geliyor; ama bu tarz bir söylemin iticiliği, muhafazakârların liberal temalara büsbütün kayıtsız kalmalarını ne teorik olarak ne de Türkiye gerçekleri açısından haklı gösterir. Teorik olarak haklı göstermez, çünkü liberalizmin politik önerileri “baskıya karşı özgürlük” formülüyle özetlenebilir ki bunun baskıyı yapanlar dışında herkesin üzerinde mutabık kalabileceği asgari bir talep olduğu açıktır. Türkiye’de bu daha da fazla böyledir. Nitekim, Türkiye’de liberaller, son on yılın tecrübesinin açık bir şekilde gösterdiği gibi, otoriter siyasete karşı baskıya uğrayan her kesimin haklarını savundular. Ve her halde İslamcıların bundan yararlanmadıkları söylenemez.
“Baskıdan korunma siyaseti”nin Türkiye’de bugün de değerini koruduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Avrupa Birliği bu amaca kısmen hizmet edebileceği için liberallerin şartlı desteğini almaktadır. Evet, “liberalimsiler” arasında, hayat tarzlarının güvencesini orada gördükleri için hararetli AB taraftarlığı yapanlar bulunabilir. Esasen, bunların bir kısmının AB taraftarlığının özgürlükçü ilkeyle pek ilgisi olmadığı bellidir. Ama liberallerin AB taraftarlığının kayıtsız-şartsız bir tarafgirlik veya basit bir hayranlık olduğunu hiç kimse söyleyemez. Türkiye’deki liberaller, hiç bir zaman, dünyanın neredeyse AB ile başladığını ve onunla biteceğini düşünenlerden olmadılar. Liberallerin yayınlarına ciddi olarak bakanlar, AB üyeliği meselesinin onların birincil ilgisi olmadığını ve esasen bu konuda kimi rezervleri bulunduğunu rahatlıkla görebilirler. Liberaller, savaşa ve diğer yayılmacı Amerikan politikalarına karşı tutumlarında görüldüğü gibi, Amerikancı da değiller. Türkiye’de hiçbir ciddi liberal son haksız savaşında Amerika’yı desteklemedi. Hatta, İslamcı yazarların liberallerden sakındırmak istedikleri hükümetin Amerika yönelimli politikalarını en şiddetle eleştirenler arasında Gülay Göktürk, Mustafa Erdoğan, Atilla Yayla, İhsan Dağı gibi liberaller de vardı.
İslamcılara hatırlatılması gereken bir şey daha var: AKP’nin sosyolojik olarak muhafazakâr tabana dayandığı gerçeği, onun sadece muhafazakârların değil bütün Türkiye toplumunun hükümeti olması gereğini değiştirmez. İslamcılar şundan da emin olabilirler: Liberaller hükümetin rant dağıtımından nemalanabilmek için muhafazakârlarla ortaklık arayışı içine girmiş değiller.
(Dünden Bugüne Tercüman, 30 Eylül 2004)