Özel mülkiyet hakkı tartışmalı bir konu. Özel mülkiyete cephe alan yazarlar bulmak taraftar olanları bulmaktan çok daha kolay.
Plato yönetici sınıfın, Marx herkesin özel mülkiyet hakkına sahip olmasına karşıydı ve onların teorileri düşünce tarihinde derin izler bıraktı. 20. yüzyılın önemli siyasî düşünürlerinden Rawls ve tilmizleri de kişisel eşyalarda (diş fırçası, pijama, ayakkabı vs.) özel mülkiyete taraftar, ancak, üretim araçlarında özel mülkiyete hoş bakmıyor. Onu adaletsizlik ve eşitsizliklerin kaynağı olarak görüyor. Özel mülkiyet insan hakları belgelerinde de talihsiz bir muameleye uğratıldı. Jacop Mchangama'nın bir makalesinden öğreniyoruz ki, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi'nin Kanadalı sosyalist hukukçu John Humprey tarafından hazırlanan ilk taslak metninde yalnızca “kişisel mülkiyete sahip olma”ya atıfta bulunulmaktaydı. Taslağa göre endüstriyel, ticarî ve benzeri kâr getiren teşebbüsler devlet tarafından yönetilmeliydi. Bu yaklaşım komünist ülkeler ve Latin Amerika diktatörlükleri tarafından da desteklendi. Batı ülkelerinin müdahalesiyle özel mülkiyetin korunması Beyanname'ye girebildi. Benzer şeyler sonraki beyannamelerde de oldu. Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi'nde (1950) özel mülkiyet hakkı karaktersiz bir ifadeyle ve ek protokolle yer alabildi. Bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde bile özel mülkiyet nispeten zayıf bir koruma görmektedir. Özel mülkiyeti korumaya biraz daha kuvvetli bir vurgu Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ve Afrika İnsan Hakları Sözleşmesi'nde yapılmaktadır. Ama hep böyle değildi. Amerika'nın 1776 Virginia Haklar Deklarasyonu, mülkiyeti insanın aslî hakkı ilân etmişti. James Madison 1792'de “Âdil devlet, kişiye, neye sahipse onu garanti eder” dedi. İlk Fransız İnsan Hakları Beyannamesi “mülkiyet ihlâl edilemez ve kutsal bir haktır” ifadesini kapsadı.
ÖZEL MÜLKİYET-REFAH ARASINDAKİ DOĞRU ORANTI
Mülkiyet hakkı, Amerikan kurucu atalarının ve Avrupalı liberal demokrasi teorisyenlerinin nazarında, kişilerin sahip olduğu şeylerin keyfî müdahalelere karşı hukukî korunmaya sahip olmasıydı ve ifade, düşünce, toplanma ve din özgürlüklerinin kullanılabilmesi için ön şarttı. Onlara göre bütün binaların, medya organlarının, örgütlerin ve dinî kurumların devlete ait olduğu yerde devletler vatandaşlarının hayatını neredeyse tamamen kontrol edebilirdi. Nitekim, bu öngörüler daha sonraları kurulan totaliter devletlerde doğrulandı. Peki, neden böyle oldu? Özel mülkiyete hak statüsü tanıma ve onu legal korumaya alma fikri niçin zemin kaybetti? Özel mülkiyete karşı teoriler nasıl oldu da taraftar teorileri özellikle 20. yüzyılda ezdi geçti. Totaliter ülkeler bir yana, Batı demokrasilerinde bile özel mülkiyet hakkı ne sebeple geriledi, keyfî ve kaprisli devlet müdahalelerinin hedefi hâline geldi ? Bu çok yönlü ve çetrefil bir inceleme konusu. Ben bu yazıda birçok faktör arasından yalnızca ikisini öne çıkarmak istiyorum. İkisi de özel mülkiyetin pozitif sonuçlarını görüp kavramada yetersizlikle ilgili. Birincisi daha çok ahlâkî, ikincisi faydacı nitelikte görünüyor, ama aslında özel mülkiyetin insan karakterinin nitelikleriyle kuvvetli bir bağı var. Ne yazık ki bu bağ kolektif hayalî iyiler uğruna görmezden gelinmekte. Özel mülkiyet (e dayalı sistem) bugün insanlarda iyi hasletler olarak gördüğümüz birçok iyi vasfın gelişmesine büyük katkıda bulunur. Meselâ cömertlik. Kişi ancak bir şeye sahipse ondan başkalarını karşılıksız yararlandırmayı ve başkalarına onun parçalarından veya sonuçlarından aktarmayı düşünür, öğrenir. Tutumluluk, rasyonel hesap yapabilme, sınırlarını öğrenme, mahremiyet ve özel hayat duygularının oluşması, hobiler geliştirebilme, başkalarıyla uyum sağlamayı öğrenme, dürüstlük gibi vasıflar da özel mülkiyet kurumundan büyük destek görür.
Özel mülkiyet kurumu aynı zamanda bireysel ve toplumsal özgürlük ve zenginliğin de ana kaynağıdır. Yine Jacop Mchangama'nın derlediği bilgilerden yararlanarak şu gerçekler aktarılabilir. Özel mülkiyeti daha iyi koruyan ülkeler zenginlik üretmekte diğerlerinden daha başarılı olmakta. 2010 Uluslararası Mülkiyet Hakları İndeksi'nde (UMHİ) en tepede yer alan 10 ülke Freedom House'ın 2010 “Dünyada Özgürlük” araştırmasında sivil ve politik özgürlüklerde de en iyi puanlara sahip. UMHİ'nin en alttaki 10 ülkesinden hiçbiri “özgür” kategorisine girememekte. Yedisi “kısmen özgür” kategorisinde yer bulmakta (yaygın insan hakları ihlâlleri yaşanan Venezuela, Bolivya ve Bangladeş dâhil). Üçü ise “özgür olmayan” ülkeler arasında (Zimbabve, Çad, Fildişi Sahili). UMHİ'de en üstteki on ülke yüksek per capita rakamları olan gelişmiş ülkeler. Toplu olarak bakıldığında ilk % 20'de yer alan ülkelerin son % 20'de yer alan ülkelerdekinin 8 katı yüksek per capitaya sahip olduğu görülmekte. Fakirlikle mülkiyet haklarına hukukî korumanın az olması veya hiç olmaması arasındaki bağ Dünya Bankası'nın 2009 Country Performance and Institutional Assessments raporunda da ortaya çıkmakta. 2009'da incelenen 70 gelişmekte olan ülkeden yalnızca beşi, 11'den (en az) 6'ya (en fazla) uzanan bir skalada mülkiyet hakları ve hukukun hâkimiyeti bakımından 4 puan alabilmektedir.
Bütün bu bilgiler gösteriyor ki, bir ülkenin insanlarının temel sivil özgürlüklere ve yiyeceğe sahip olması, iyi hukukî koruma altına alınmış mülkiyet hakları sisteminden geçmekte. 2008'de BM'nin Commision on the Legal Empowerment of Poor (Madeleine Albright ve Hernando De Soto) raporu mülkiyet hakkının bireyin onuru ve refahı için “temel insan hakkı” olarak tanınması gerektiğini vurguladı. Mülkiyet hakkının bireysel özgürlükle, ekonomik gelişmeyle ve ülkeler arası barışla olan bağlarına işaret etti. Evet, özel mülkiyet temel bir insan hakkı ve bu hakka en çok fakirlerin ve zayıfların ihtiyacı var. Zira, diktatörlerin ve güçlülerin özgürlüğünü kimse kısıtlamıyor. Diktatörler ve adamları asla açlık, kıtlık çekmiyor. “Uygarlıktan barbarlığa bir yol döşemek istiyorsanız, özel mülkiyeti kaldırın yeter!” diyen filozof çok haklı.