Türkiye, ne yazık ki fikir hayatının yeterince canlı olmadığı bir ülke. Bunun çeşitli sebepleri var.
Alfabe değiştirmenin fikir ve kültür hayatında bir tür soykırıma ulaşan sonuçlara yol açması en başta gelenlerden biri. Bu yüzden Türkiye insanları yüzlerce yıla dayanan bir birikimi pek kullanamaz hâlde. Oysa, fikir ve düşünce hayatı sürekliliğe ve adım adım inşaya dayanır. Yeni nesiller eski ustalardan ve öncülerden feyzalarak yola çıkar ve ilerler. Eskiyi yok ederseniz yeniyi de öldürmüş veya sakatlamış olursunuz. Bir diğer sebep ülkemizde genelde siyaset yapmanın fikir faaliyetleriyle uğraşmaya tercih edilmesi. Şüphesiz, böyle olmasının benimsenen fikirle de bağlantısı var. Bazı görüşler kendiliğinden ve kaçınılmaz olarak aktif siyasetle iştigal etmeyi gerektiriyor; özellikle devletçi ve ütopyacı olanları. Nitekim, yakın tarihimize göz attığımızda düzinelerle siyasî hareket görürken nadiren istikrarlı fikir akımlarıyla karşılaşıyoruz. Türkiye’nin fikir hayatının bir diğer özelliği bir kolektif “varlığı” odağına oturtan, devlet gücü ve araçları yoluyla insanı ve toplumu dönüştürmeyi hedef alan, ekonomik devletçiliği standart olarak benimseyen fikirlerin revaçta olması. Bu tür fikirler birbirlerinin kopyaları olmalarına rağmen aralarında uzlaşmaz zıtlıklara dayanan kavgalar varmış görüntüsü vermeyi başardılar. İnsanların tercih yelpazesini neredeyse bütünüyle kapladılar. Böylece her nesil, önünde izleyebileceği yollar olarak bu devletçi çizgileri buldu. Başka bir deyişle, doğuştan gelen, devredilmez, vazgeçilemez haklara sahip temel özne olarak bireyi odağına alan; devleti toplumun efendisi ve velinimeti değil aracı ve hizmetkârı olarak gören; özgürlük ve refahı aynı anda aynı yerde barındırabilen; çatışmayı ve savaşı değil barışı ve dayanışmayı teşvik eden ve yaşatan, Ortega y Gasset’in deyişiyle, “asil” bir fikir on yıllarca Türkiye’nin fikir sahnesinde boy gösteremedi.
1990’ların başında bu değişti. Aralık 1992’de Liberal Düşünce Topluluğu kuruldu. Bu oluşumun öncüleri hatalı şekilde “burjuva” olduğu söylenen İstanbul zenginleri çevrelerinden, babalardan çocuklara profesörlük titrinin nakledildiği ailelerden, kendilerine beyaz Türk adını takan ve toplumun çeşitli kesimleriyle savaşa tutuşan yerli kolonyalistlerden, imtiyazlı okullardan çıkmadı. Anadolu’nun orta hâlli ailelerine mensup, binbir zorlukla tahsil hayatına devam eden, emsallerine nispetle kat kat çaba sarf ederek yollarında ilerleyebilen gençler arasından geldi. Ve iyi ki böyle oldu. Aksi takdirde bu asil fikir geleneği ne bugünkü kadar aslına sadık biçimde yeniden sahiplenilmiş ve yeniden üretilmiş, ne sınıfsal bir konuma oturtularak Tandoğan zihniyetine esir düşmekten kurtarılmış, ne de onun kaynaklarından istifade etmeden onun temsilciliğini taslamanın önüne geçilmiş olabilirdi. Liberal Düşünce Topluluğu gerek maddî gerekse manevî anlamda bütünüyle sahiplenebileceği bir mirası devralarak yola koyulmadı. Her alanda çok büyük zorluklar ve engellerle mücadele etmek mecburiyetinde kaldı. Alaylarla da karşılaştı, hakaretler ve tehditlerle de. Devlet baskısıyla da uğraştı sivil baskılarla da. Her şeye rağmen ilerlemeyi sürdürdü ve Türkiye’nin fikir tarihine ismini altın harflerle yazdırdı.
LDT öncüleri kendilerini “liberal” diye adlandırdığında bu etiket bazılarının gözünde şeytanî bir sıfattı. Liberal olmak otomatik olarak suçlanmaya ve dışlanmaya yeteriydi. Nerede mi? Üniversitelerde, devlet dairelerinde, yayın organlarında, sözüm ona sivil entelektüel muhitlerde. Zamanla köprülerin altından çok su aktı. Şimdi liberallik itibarlı bir etiket. Artık tartışma kavramın kendisi üzerinde değil, kimin liberal olduğu kimin olmadığı üzerinde yapılıyor. LDT mevcudiyetini ilk ilan ettiğinde ve bütün kolektivist devletçi fikirlere meydan okuduğunda üniversite kütüphanelerinde ve kitabevlerinde genel olarak liberalizm özel olarak liberal temalar üzerinde bir kitap bulmak neredeyse samanlıkta iğne aramak gibiydi. Bugün, kolektivist yayınlarla karşılaştırıldığında hâlâ yetersiz olsa da, ısrarlı olan herkes yüzlerce kitaba, binlerce makaleye ulaşabilir. LDT sahneye çıktığında liberal fikirlerin siyasette esamesi okunmazdı. Şimdi liberalizm Türkiye’nin en güçlü fikir akımı ve liberal fikirler iktisadî, siyasî ve hukukî reform çabalarının ana istikamet tayin edicisi ve esas itici gücü. Oysa, LDT mensupları LDT’nin ilk yıllarında bütün engellere rağmen “liberalizm uygarlığın özüdür” diye haykırırken, İstanbul’da aynı seyahatin yalnız yolcusu Gülay Göktürk dışında medyada hiç kimse liberallikten söz etmemekteydi. Bugün birçok yayın organında liberal kalemler yer almakta. Sadece bu kadar da değil. Kendine liberal demese de birçok medya mensubu, köşe yazarı, araştırmacı, liberal fikirlerden ciddî biçimde etkilenmiş vaziyette. Liberal fikirler artık hem demokrat solcular, hem demokrat dindar muhafazakârlar hem de makul milliyetçiler arasında itibar görmekte.
Bütün bunların ne anlama geldiğini en iyi yola ilk çıkanlar, yalnızlığın ve baskının en ağırlarıyla karşılaşanlar bilir. Elbette bunların tarihi yazılacak ve yeni nesillere aktarılacaktır. Ancak liberallerin mücadelesi bitmedi ve muhtemelen asla bitmeyecek. Zira, fikir mücadelesi bir tarafın diğer tarafı veya tarafları kesin olarak “yok edebileceği”, etmesi gereken bir “cephe savaşı” değildi, bir “satıh mücadelesi”. Kanatlar iç içe geçmiş vaziyette. Bir liberal için önemli olan siyasal, hukukî ve ekonomik yapıda nerede bir liberalleşme imkânı varsa orayı liberalleştirmeye çalışmaktır. Liberallerin başarısı sadece kendileri için değil herkes için barışa, adâlete, özgürlüğe ve refaha giden yoldur. Zira, liberaller insanlara bir hayat tarzı, düşünce ve inanç empoze etmeyecek çerçeve değerleri savunmakta ve herkesin kendi hayatının “iplerini” kendi eline almasının mümkün olmasını savunmaktadır. Bastiat’nın dediği gibi liberallerin reçetesi özgürlüktür ve özgürlük toplumsal problemlerin en etkili ve en düşük maliyetli çözüm yoludur. LDT’nin geride kalan 20 yılının hikâyesi de, kısaca, bunu bıkıp usanmadan anlatmaktan ve savunmaktan ibarettir. Muhtemeldir ki, gelecek 20 yılı da böyle olacaktır.
04.01.2013, Zaman Gazetesi