Olayları ve kişileri tartışmayı seviyor, asıl güçlü ve önemli unsurun fikirler olduğunu unutuyoruz. Şükür ki bir fikir ehlinin söz ve yazıyla neleri değiştirebileceğinin somut bir örneği var artık önümüzde. Liberal Düşünce Topluluğu, 20. yılını kutluyor bugünlerde.
İstanbul’dan Ankara’ya dönüşü her zamankinden farklı olur. Sarılanlar, gözyaşları eşliğinde teşekkür edenler, her köşe başında selamlayanlar… Devletin silahlı gücü karşısında yapayalnız kalan halkın sığınabileceği birkaç iyi adamdan biridir artık o. İmkân ve yer buldukça ‘Bir brifing de benden!’ türü yazılar kaleme alıyordur ama Ahmet Hakan’ın Kanal 7’de sunduğu İskele Sancak’ta 28 Şubat’ın nasıl haksız ve zalim bir hareket olduğunu anlattığı konuşma manifestoya dönüşmüş, ertesi günden itibaren sokaktaki o benzersiz sevgi gösterilerine muhatap olmuştur. Ancak ‘devlet’in sevgisi çok daha yakıcı ve yıkıcı olacaktır. O, ‘yıldırılması, belki de yok edilmesi gereken’ düşmanlardandır artık. Yazdıkları ve söyledikleriyle ödenmesi zor tazminatlara mahkûm edilir, üniversitede ‘gözetim’ altına alınır. Anayasa Profesörü Mustafa Erdoğan’dan söz ediyoruz.
Erdoğan, 28 Şubat’ın direkt hedefindeki bir muhafazakâr değil, süreci alenen eleştirerek hedefte olan bir liberaldi. Liberal Düşünce Topluluğu’nun (LDT) kurucuları ve ilk başkanlarındandı üstelik. Darbeye karşı tepkisi liberalliğinden daha eskiydi: “60’lar CHP’lilerin iyice şımardığı, DP’lileri de jandarmaya ihbar ettikleri yıllardı. Jandarma köye geldiğinde halkın verdiği tepki, müstemleke jandarması gelmiş gibi bir tepkiydi. İlkokulda bir ünite vardı: 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı. Öğretmen bana okutmak istemiş ama ben o üniteyi okumayı reddetmiştim. Galiba ‘darbe’ye karşı verdiğim ilk tepki buydu. 80 darbesi sonrasında Özal’ın parti kurması, baskıcı havadan çıkışın bir işareti gibi gelmişti bize.”
Mustafa Erdoğan’ın ‘biz’ dediği öyle geniş bir topluluk değil. ‘Biz’, kendisi ve Atilla Yayla’dan oluşuyor. Bu yazının girişi Yayla ile ilgili de olabilirdi. Öğrenciyken içinde yer aldıkları gençlik hareketinin ‘kolektivist’ havası daha o sıralarda onları özgürlüklere ve onun evrensel kaynaklarına doğru yolculuğa itecektir. 70’lerde kitle hareketlerinden kopmaları ve yelken açtıkları yeni ‘özgürlük’ yolculuğu, onları liberal fikirlerin önde gelen ismi yapar. Türkiye’deki ‘özgürlükler’ tarihinde onlara geniş bir yer ayrılacak şüphesiz. Nitekim 26 Aralık 1992’de kurulan Liberal Düşünce Topluluğu’nun Kâzım Berzeg’den sonraki başkanları yine onlar olur. Aradan geçen 20 yılda artık iki kişiden değil, hatırı sayılır bir aydın kitlesinden ve belki de milyonları etkileyen bir fikir hareketinden söz ediyoruz.
LDT’nin kuruluşu oldukça ilginç. Avukat Kazım Berzeg, bir gün kitapçıda Turhan Kitabevi’nden çıkan Liberalizm kitabını görür. O güne kadar kendini yegâne liberal addeden Berzeg (Atilla Yayla’nın esprili anlatımıyla tabii), ‘Bakalım kim ne saçmalamış!’ diyerek kitabı alır ve okur. Bir süre sonra Yayla’nın üniversitedeki telefonları çalmaya başladığında Kazım Berzeg imzalı notlar bırakılır masasına. Mustafa Erdoğan’ın da öğretim üyesi olduğu Hacettepe Üniversitesi’ndeki telefon ve not trafiği sonrasında Yayla, ‘Bakalım kimmiş bu ısrarla arayan?’ diyerek ‘lütfen’ geri döndüğünde Liberal Düşünce Topluluğu’na giden taşlar çoktan döşenmiştir bile. Bir süre sonra yemeklerle başlayan buluşmalar, Berzeg’in avukatlık bürosunda ‘oda bizden, faturalar sizden’ şekline bürünür. İlk başkan Berzeg olur, topluluk bir süre sonra başkentin meşhur Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’ndaki yerine taşınır.
LDT’nin 20. yılını kutladığı bugünlerde yazıya 28 Şubat’la girmemizin bir sebebi var. Devletin heyula gibi toplulukların üzerine çöktüğü darbe anlarında ilk defa güçlü argümanlarla cesur bir itiraz yükselmiştir. 28 Şubat’ta popüler bir yapıya dönüşmesi, ilerleyen yıllarda LDT’yi bir fikir kulübünün ötesinde bir yere koyar. Varlığını ‘yaşam tarzı’ ve ‘laiklik-sekülerlik’ üzerine kuran vesayet rejimi ve temsilcileri için ‘seküler’ dünyanın bir parçası ama kendilerinden olmayan bir kitle oldukça şaşırtıcı olur. Artık tek tehlikeli ve yok edilmesi gerekenler ‘irticacılar’ değil, ‘liberaller’ olacaktır. Diğer yandan bu durum, 28 Şubat’ın ağır balyozu karşısında yalnızlığa ve çaresizliğe itilen geniş muhafazakâr kesimlerle liberal fikirlerin buluşmasına da yol açar. Bu buluşma her iki tarafta derin izler bırakmıştır. Siyaset, toplumbilim hatta tek tek bireyler açısından 28 Şubat öncesi muhafazakârlar yoktur artık. Devlet ve toplum fikriyatı büsbütün değişirken ilerleyen zamanda bu ‘liberal etki’ bazı muhafazakâr yazarları rahatsız edecek boyuta ulaşacaktır. Öte yandan LDT, bir avuç aydın ve akademisyen topluluğu olmaktan çıkmış, kitlesel bir ilgiye mazhar olmuştur.
LDT için 28 Şubat postmodern darbesi şüphesiz bir karar anıdır. Risk alınmayabilir, sessizlikle geçiştirilebilirdi. Doç. Bekir Berat Özipek, o günleri, “Savunduğumuz fikirler, içinden geçtiğimiz sorunlara tavır almamızı gerektiriyordu. Ülkede darbe oluyorsa İsviçre toplumunda yaşıyor gibi yapamazdınız.” sözleriyle anlatıyor. LDT, darbe ve muhtıralardan kaçanların sığındı bir yer olmuştur. Özipek o günleri şöyle özetliyor: “Güneşli havalarda değil, zor zamanlarda ne dediğiniz önemlidir. Şimdilerde liberalleri küçümseyen veya onların eleştirilerine tahammül edemeyenlerin ortalıkta görünmediği o muhtıra günlerinde, militarizme karşı sesini o yükseltti. LDT bu anlamda sınavdan geçti. Elenenler oldu tabii. Net bir şekilde darbeye tavır aldığı için uzaklaşanlar oldu. Ünlü bir profesör bana ‘Evladım Mustafa tuhaflaştı, nasıl yazılar yazıyor!’ demişti.” Ortada bir tuhaflık vardır ama bu tuhaflık ‘Mustafa’da değildir.
Seçkin değil, Anadolulu!
Mustafa Erdoğan ve Atilla Yayla, 80’leri anlatırken liberal literatürle ilgi yaptıkları çevirilerden, etkilendikleri makalelerden söz ediyorlar. Türkiye’de ‘serbest piyasacı’ bir görüş eskiden beri varsa da Özipek’in anlatımıyla bu, ‘Atatürk yaşasaydı serbest piyasacı olurdu’dan öteye gitmeyen, devlet karşısında bireyin temel hak ve özgürlüklerinin korunması gibi klasik siyasi liberalizmi içeren bir şey değildir. 26 Aralık 1992’den 1 Nisan 1994’e kadar gayr-i resmî toplantılarla varlığını gösteren LDT, liberal ve özgürlükçü literatürün genişlemesi için ağır kolektivist, hatta Marksist etki altındaki üniversitelere ve Türkiye fikir hayatına bambaşka bir literatür armağan eder. Çoğunluğu en geniş anlamıyla ‘sağ’ kökenli, Anadolu’ya yayılmış genç akademisyenlere dayanan bir fikir hareketinden söz ederken, Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’ni anmalıyız herhâlde. Topluluğun kurulduğu ve büyüdüğü yıllarda Yayla ve Erdoğan bu bölümün öğretim üyeleridir. Bekir Berat Özipek de genç bir asistandır. Halen Liberal Düşünce Topluluğu Başkanı olan Doç. Bican Şahin ve uzun yıllar koordinatörlük görevini sürdüren Özlem Yılmaz da Hacettepe Kamu Yönetimi çıkışlıdır. Raşit Sarıkaya’dan Belgin Yazıcı’ya, Levent Korkut’tan Murat Erdoğan’a uzar liste. Şimdiki YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’nın da o sıralarda Hacettepe Kamu’nun genç hocalarından olduğunu not edelim, konuyla ilgili olmasa bile. “Hacettepe Kamu Yönetimi bizim en çok etkilediğimiz bölüm oldu.” diyor Atilla Yayla ve LDT’yi anlatmaya devam ediyor: “Bizi bir araya getiren en büyük faktör, yalnızlık duygusuydu. Türkiye, kolektivist fikirlerin cenneti: Kemalizm, sosyalizm, milliyetçilik, İslâmcılık… Bunların arasında kavga oluyor gibi gözükse de tahakkümcü bir devlette, bireyin hiçe sayılmasında buluşuyorlar aslında. Hepsinin oluşmuş bir literatürü vardı. Hiçbir yabancı esere ihtiyaç olmaksızın sosyalizm üzerine eser yazabilirdiniz ama liberal düşüncenin en temel eserleri çevrilmemişti. Şu anda 200’ü aşkın kitap var.”
İdeolojilerden söz açıldığında geniş dindar kitlelerde bir geri çekilme görülür. İdeoloji din dışıdır, çoğu zaman da bir hayat görüşünü ve yaşam biçimini dayatır. LDT’nin muhafazakâr kitle için ‘uzak durulması gereken bir ideolojik grup’ olmamasının sebebi, bir yaşam tarzı ve aşkın bir fikri dayatmamasıydı. Bir LDT toplantısında yaşlı bir katılımcı kendi serüveninden söz ederken “Din ve vicdan hürriyetinin olabileceğini ilk sizden öğrendim.” diyor. Fazlasıyla Anadolulu ve muhafazakâr kökenli liberalleri bünyesinde barındırması dolayısıyla yer yer liberalliği ‘serbest yaşam’ ve ‘yaşam tarzı’ üzerinden okuyan ve önemseyen kişilerin tepkisiyle de karşılaşan bir topluluktur burası. Yıllar içinde farklı yaşam tarzlarını benimsemiş ama liberal ve özgürlükçü değerlere sahip çıkan insanların ‘dışlanma’ hissi taşımaksızın girip çıkabildikleri ve beraber yürüdükleri bir yer olduğunu herkese gösterir. Yer yer siyasi partilere danışmanlık yapsalar da, bazı projelerde ortak çalışsalar da bunlar liberal perspektifin Ankara’da karşılık bulması için yapılan, siyasi angajman içermeyen şeylerdir. Anavatan, DYP ve AK Parti ile bazı çalışmalar yapılsa da hiçbir partiyle anılmaz LDT. Bu tarafsızlığın bedeli kıt kaynaklarla yapılan sempozyumlar, seminerler ve yayın çalışmaları olur ki bu durum LDT’den daha çok şeyler bekleyen kitlelerin ‘Pek ortalıkta gözükmüyorlar’ eleştirisine yol açar. Topluluğu daha geniş kitlelerle fiziken de buluşturacak bir finansal destek modeli henüz keşfedilmiş gözükmüyor. Bazı çalışmalarda AB fonları kullanılsa bile bu az sayıda projeyle sınırlı bir durum.
Atilla Yayla, nerede durduklarını şöyle izah ediyor: “Bu oluşumun öncüleri, İstanbul sermayesi çevrelerinden, profesörlük titrinin babadan çocuğa nakledildiği ailelerden, kendilerine ‘Beyaz Türk’ diyen ve toplumun çeşitli kesimleriyle savaşa tutuşan yerli kolonyalistlerden, imtiyazlı okullardan çıkmadı. Anadolu’nun orta hâlli ailelerine mensup, binbir zorlukla tahsil hayatına devam eden, emsallerine nispetle kat kat çaba sarf ederek yollarında ilerleyebilen gençler arasından geldi. Ve iyi ki böyle oldu. Aksi takdirde bu asil fikir geleneği bugünkü kadar aslına sadık biçimde yeniden sahiplenilmiş ve yeniden üretilmiş olamazdı.” Yayla, topluluğun karşılaştığı zorlukları da şöyle sıralıyor: “LDT, gerek maddî gerekse manevî anlamda bütünüyle sahiplenebileceği bir mirası devralarak yola koyulmadı. Her alanda çok büyük zorluklar ve engellerle mücadele etmek mecburiyetinde kaldı. Alaylarla da karşılaştı, hakaretler ve tehditlerle de... Devlet baskısıyla da uğraştı, sivil baskılarla da…”
Devlete bakışı değiştirdi!
Gazeteci yazar Gülay Göktürk de “En zor zamanımızda kendimizi yalnız hissetmememizi sağlayan, gerektiğinde ‘lojistik’ destek aldığımız, kendimizi test edip doğruladığımız bir adres, en yoğun saldırılarda sığındığımız bir limandı.” şeklinde değerlendiriyor LDT’yi. Tabii bu kadarla sınırlı değil. Ona göre topluluğun varlığı büyük bir meydan okumaydı. Peki, niye ve kime karşı? “Devletten fazla devletçi bir halkı, devlet babanın himayesinden kurtulmuş bir hayatın daha güzel olabileceğine inandırmak; üretmenin ve kalkınmanın devletin değil, halkın işi olduğunu anlatmak; jakoben bir yönetici eliti, eğer fırsat verirlerse halkın pekâlâ kendi başının çaresine bakabileceğine, kendisi için en iyi olanı ancak onun bilebileceğine ikna etmek zordu. Liberal çizgiyle hiç tanışmamış, zihni kolektivizmin çeşitli türlerinin yıllar süren hâkimiyetiyle zehirlenmiş bir aydın sınıfını, bildiğini sandığı her şeyi yeniden sorgulamaya ikna etmek hepsinden çetindi.”
Her sonbaharda genellikle Ürgüp’te 200’e yakın akademisyen ve fikir adamını buluşturup iki gün boyunca tartıştıran, bunu uzun yıllar devam ettiren topluluk, Türkiye’de fikir hareketlerinin soğuk ve uzak duruşunu, sıcak ilişkilere ve geniş bir networke çeviriyor. Liberal Düşünce Dergisi bir külliyata dönüşürken, her hafta Ankara ve İstanbul’da seminerler yapılıyor, Türkiye’nin pek çok iline taşınan ve daha çok gençlerin katıldığı ‘hürriyet mektepleri’ gibi pek çok faaliyet düzenleniyor. Bu fikir hareketi, sadece kâğıt üzerinden bir iletişimle değil, sokak ve salon siyasetine de mesafeli olmayı başararak ağır devletçi ve ‘sosyalist’ kültür ortamında kendi çizgisinde kalıp geniş kitleleri etkileyebilen nadide bir örnek olarak duruyor önümüzde.
İlk defa bir ‘ideoloji’nin, muha-fazakârları korkutmadan onlar nezdinde bir yer edinebildiğini tekrar vurgulayabiliriz. Bu, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde yeni bir evrenin başlangıcıydı. AK Parti’nin ilk on yılında LDT’nin de büyük etkisiyle dolaşıma soktuğu siyasal liberalizm, hem devlet hem de toplum katında karşılık buldu. Böylece özgürlük fikrinin ya da bir fikir mücadelesinin nelere sebep olabileceğini de görmüş olduk. “LDT, siyasetin pratiğine her zaman mesafeli durdu. Topluluk üyeleri Kürt sorunu, din ve vicdan özgürlüğü, azınlık hakları ve serbest piyasa ekonomisinin tesisi gibi konularda çok net bir biçimde özgürlükçü tutum aldı ve hakları ‘ama’sız savunmayı başardı.” diyor Bekir Berat Özipek.
7 yıldır topluluk faaliyetlerinin içinde olan genç kuşak temsilcilerinden Liberal Düşünce Dergisi Yazı İşleri Müdürü Harun Kaban ise kendisi için LDT’nin sadece entelektüel anlamda değil, iş yapma ve hayat tecrübesi olarak okul olduğunu söylüyor: “Mustafa Erdoğan’ın ‘Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm’ isimli kitabı entelektüel dünyamda kavramların yerli yerine oturmasını sağlayan bir kitaptır. Atilla Yayla’nın ‘İki Cumhuriyetin Kavgası’ kitabı da Türkiye’yi liberal perspektiften anlamamı sağlayan eserdir.”
Topluluk üyesi Tanel Demirel, İhsan Dağı, Murat Yılmaz, Vahap Coşkun, Hasan Yücel Başdemir, Bilal Sambur, Seval Yaman, Yusuf Şevki Hakyemez gibi onlarca kişiden, toplulukla ilişkili yüzlerce fikir adamı ve yazardan da söz edebiliriz bir çırpıda.
4 Şubat 2013 / MUHSİN ÖZTÜRK
Aksiyon
LDT'nin 20 Yılı üzerine basında çıkan diğer yazılar
Özgürlüğün Peşinde 20 Yıl, Atilla Yayla
Özgürlüğün Fikriyatı, Gülay Göktürk
'Hürriyet, Adalet ve Barış' için.. Bekir Berat Özipek
Fikir Hareketleri Üzerine, Atilla Yayla
Benim Gözümde Liberal Düşünce Topluluğu, Mustafa Erdoğan