Liberal
Piyasa Ekonomisinin ABC’si*, Henry Hazlitt

Piyasa Ekonomisinin ABC’si*, Henry Hazlitt

Ekonomik hayatı organize etmenin yalnızca iki yolu vardır. İlkinde, ailelerin ve bireylerin gönüllü seçimi ve gönüllü işbirliği ekonomik hayatı organize eder. Bu düzenlemeye serbest piyasa denir. Diğerinde ise, bir diktatörün emirleri bunu yapar. Buna da kumanda ekonomisi adı verilir. Kumanda ekonomisinin aşırı biçiminde, yani organize bir devletin üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulundurduğu sisteme sosyalizm veya komünizm denir. Ekonomik hayat, temel olarak bu sistemlerden biri yahut diğeri ile organize edilir.

Şüphesiz, bugün bir çok ülkede olduğu gibi, bunların bir karışımı da mümkün olabilir. Fakat karışım genellikle istikrarlı değildir. Eğer bu, serbest piyasa ve kumanda ekonomisinin bir karışımı ise, kumanda bölümü sürekli artış eğiliminde olur.

Burada bir özellik vurgulanmalıdır. ‘Serbest’ piyasa, asla herkesin dilediğini yapmakta serbest olması anlamına gelmez. Tarihin başlangıcından beri insanlık, yazılı veya yazılı olmayan hukuk kuralları altında idare edilmiştir. Diğer sistemlerde olduğu gibi, serbest piyasada da insanların birbirini öldürmesi, rahatsız etmesi, soyması, iftira atması veya kasıtlı olarak birbirine zarar vermesi yasaklanmıştır. Aksi hâlde, seçme özgürlüğü ve diğer bireysel özgürlükler imkânsız hale gelir. Fakat ekonomik sistem, ya tamamen serbest, yada kumanda sistemi olmalıdır.

Marksizmin ortaya çıkmasından ve yayılmasından beri, iktisadi konuları açık olarak tartışan çoğu insanın kafası karışmıştır. Son zamanlarda çok seçkin biri, ‘yalnızca pazar yerinin güçlerine cevap veren’ ve ‘çoğunluğun ihtiyacından ziyade azınlığın kâr güdüsü tarafından’ idare edilen ekonomik sistemlerin sona erdiğini beyan etti. Bu kişi, böyle bir sistemin, ‘dünyanın gıda arzını hepten tehlikeye sokacağı’ konusunda uyarıda bulundu.

Bu açıklamaların samimiyetinden şüphe yoktur. Fakat, bunlar, cümlelerin nasıl bizi ele verdiğini (bize ihanet ettiğini) göstermektedir. Kâr güdüsünün, kârını başkaları pahasına elde eden ve zaten zengin olan küçük bir gruba mahsus, dar anlamda bencil bir güdü olduğuna inanmaya başladık. Ama geniş anlamında kâr güdüsü, hepimizin paylaştığı ve paylaşmak zorunda olduğu bir güdüdür. Şartları, kendimiz ve ailemiz için daha uygun hale getirmek, bizim evrensel güdümüzdür. Bu, insanın içinden gelen bir güdüdür. Bu, bir babanın, yalnızca kendini değil, eşini ve çocuklarını besleme ve barındırma, ve tüm ailenin ekonomik şartlarını mümkün olduğunca devamlı olarak iyileştirme güdüsüdür. Bu, bütün üretken faaliyetlerin baskın güdüsüdür.

Gönüllü İşbirliği

Bu güdüye genellikle ‘bencillik’ denir. Şüphesiz, kısmen öyle. Ama insanlığın (yahut herhangi bir hayvan cinsinin) birazcık bencil olmadan ayakta (hayatta) kalabileceğini düşünmek te zordur. Bir birey, diğer varlıklardan önce kendisinin yaşamını garantiye almaya çalışır. Kâr güdüsü, nadiren bencillik olarak adlandırılır.

İlkel bir toplumda, ‘birim’ genellikle birey değil, ailedir, hatta klandır (aşirettir). İşbölümü aile ile başlar. Baba avlanır, toprağı eker biçer; anne yemek pişirir, çocuk doğurur ve büyütür; çocuklar odun toplar vs. Klanda veya daha geniş gruplarda, daha fazla işbölümü ve uzmanlaşma vardır. Çiftçiler, marangozlar, tesisatçılar, mimarlar, terziler, berberler, doktorlar, avukatlar, rahipler vb vardır. Bunlar ürünlerini mübadele ederek birbirlerine/birbirlerinden gerekli şeyleri tedarik ederler. Uzmanlaşma sayesinde, üretim oransal olarak artar ve bu inanılmaz derecede etkin ve uzmanlaşmış olur. Yoğun bir gönüllü verimkâr işbirliği ve gönüllü bir mübadele sistemi ortaya çıkar.

Her birimiz (belli sınırlar içerisinde) uzmanlaşacağımız mesleği seçmekte özgürüz. Ve bunu seçerken, bu meslekteki nisbî kazançları, kolaylık ve zorluğunu, hoş olup olmamasını, işin gerektirdiği özel beceri, yetenek ve eğitimleri dikkate alırız. Kazancımızı, başkalarının hizmetimize verdiği değer belirler.

Serbest Piyasa Ekonomisi

Bu muazzam işbirliği sistemine, serbest piyasa ekonomisi adı verilir. Piyasa ekonomisi, bilinçli olarak birisi tarafından planlanmış değildir. Evrim süreci içinde gelişmiştir. Mümkün olan maksimum dengeli üretimi sağlaması ve/veya sahip olduğumuz değerlerle orantılı olarak ödülleri ve cezaları dağıtması anlamında mükemmel değildir. Fakat bunu hiçbir ekonomik sistemden bekleyemeyiz. Her birimizin kaderi, her zaman, tabiatın bahşettikleri kadar, kazalardan ve felaketlerden, yağmurlardan, depremlerden ve hortumlardan da etkilenir. Bir kuraklık veya sel, ürünlerin yarısını süpürüp götürebilir, direkt etkilenen üreticilere felaket getirir ve belki de elinde stok bulunduranlara da yükselen fiyatlar ve kârlar vasıtasıyla servet kazandırır. Hiçbir sistem, o sistemi işleten insanoğlunun ihmal, beceriksizlik, bazılarımızın kötü şansı, eksik öngörü gibi kusurlarını tümüyle ortadan kaldıramaz. 

Fakat piyasa ekonomisinin iniş çıkışları, kendi hatalarını düzeltme kapasitesine sahiptir. Otomobil veya bina yapımındaki fazlalık, sonraki yıl daha az otomobil veya bina yapılmasına sebep olacaktır. Buğday veya mısır üretimindeki yetersizlik, sonraki sezonda bunlardan daha fazla üretilmesine yol açacaktır. Devlet istatistikleri yokken bile, üreticiler, nisbî fiyatlar ve kârlar tarafından yönlendirilmekteydi. Üretim giderek daha etkin hâle gelir, çünkü az etkin üreticiler piyasadan ayıklanırken, daha etkin üreticiler üretimlerini artırmaya cesaretlendirilir. 

Sistemin faziletlerinin farkında olan insanlar, bu sisteme piyasa ekonomisi veya serbest teşebbüs sistemi adını vermektedir. Bu sistemi ortadan kaldırmak isteyenler de ona, 1848’te Komünist Manifestonun yayınlanmasından beri, kapitalism ismini vermektedir. Bu isimle, piyasa ekonomisinin kapitalistler tarafından ve kapitalistler için geliştirildiği ve sermayenin işçileri sömürmek ve köleleştirmek için kullanıldığı ima edilerek, sistem, kötülenmeye çalışılmaktaydı.

Bu yaklaşımda tüm süreç büyük ölçüde tahrif edilmişti. Girişimci birikmiş tasarruflarını, bir fırsat umuduyla riske atıyordu. Bir başarı garantisi yoktu. Mevcut istihdamdan işçi çekebilmek için ya piyasada mevcut ya da daha yüksek ücretler teklif etmek zorundaydı. Girişimcilerin daha başarılı olduğu yerlerde, ücretler de yükselme eğilimdeydi. Marx, her yeni işletmenin başarısı kesinmiş, bir kumar değilmiş gibi yazıyordu. Bu yaklaşım, onun girişimcileri, yüksek risk aldıkları ve maceracı oldukları gerekçesi ile kınamasına yol açtı. Marx, kârları garanti sayıyordu. Servetin asla başarılı bir risk alımı ile dürüstçe kazanılamayacağını, mirasla elde edilebileceğini varsayıyordu. İş iflaslarını görmezlikten geliyordu.

Komünist Manifesto, zengini kıskanan ve nefret eden kalabalıklara oldukça çekici geliyordu. Onlara tek kurtuluşun, “sömürenleri sömürmek” ve devrimle kapitalizmin kökünü kazımak olduğunu söylüyordu.

Marx, Ricardo’nun doktrininin kaçınılmaz çıkarımları olduğunu düşündüğü şeylere dayanarak tarihin bu şekilde akışını rasyonelleştirmeye çalıştı. Bu doktrin bir hataydı, ama Marx’ın elinde bu hata, bir şansa dönüştü. Ricardo, bütün değerin emek tarafından yaratıldığını söylüyordu. Tarihin başlangıcından beri, evlerin yapımı, toprağın hazırlanması, sürülmesi ve fabrikaların, araçların, makinaların yaratılmasındaki herkesin emeğini hesaba katarsak, bu doğru da sayılabilir. Fakat Marx, bu terimi yalnızca carî emek için ve çalıştırılan (kiralanan) işçilerin emeği için kullanmayı tercih etti. Bu yaklaşım, sermaye mallarının katkısını, yatırımcıların şansını veya ferasetini, idare maharetini ve diğer pekçok etkeni göz ardı ediyordu.

Marx’ın Hataları

Marx’ın teorik hataları, o zamandan beri birçok parlak yazar tarafından teşhir edilmiştir. Aslında onun mantıksız yargılarının yanlış olduğu, daha Das Kapital’in yayınlandığı zamanlarda bile, o günkü gelir, ücret ve kârla ilgili bilgilerin dikkatli bir şekilde analiz edilmesi yoluyla ortaya konulabilirdi. Fakat, düzenli ve resmi istatistikler o günlerde yoktu. Şu anda bildiğimiz birkaç rakamı örnek verirsek: 1969 – 1978 yılları arasındaki 10 yıl içerisinde, finans sektörü dışındaki Amerikan şirketleri kazandıklarının ortalama % 90.2’sini çalışanlarına, yalnızca % 9.8’ini hissedarlarına ödüyordu. Sonraki rakam, vergi sonrası kârları göstermektedir. On yıllık ortalama olarak, bu miktarın sadece yarısı (% 4.1), kâr olarak dağıtılmıştır. (Aynı dönemde yapılan kamuoyu araştırmaları Amerikalıların çoğunun şirketlerde çalışanların elde edilebilir gelirin % 25’ini işçilerin/çalışanların, % 75’ini hisse sahiplerinin aldığına inandığını göstermektedir)

Fakat, Marx ve Engels’in şiddetli kapitalizm tenkitleri arasındaki şiddetli münâkaşalar, 1917 Rus Devrimi’ne, onbinlerce kişinin boğazlanmasına, Rusya tarafından yarım düzine komşu ülkenin işgal edilmesine ve komünistleştirilmesine, insanlığı tehdit eden nükleer silahların geliştirilmesine ve üretilmesine neden oldu.

İktisadî olarak, komünizmin tam bir felaket olduğu ortaya çıktı. Komünizm yalnızca kitlelerin refahını kötüleştirmekle kalmadı, aynı zamanda onları baskı altına aldı. Devrimden önce, Rusya’nın her yıl karşılaştığı en büyük problemi ürün fazlalarını satacak yabancı piyasalar bulmaktı. Bugün Rusya’nın temel problemi, yetersiz gıda stokunu takviye etmek için gıda ithalatı yapmak ve bunun bedelini ödemektir. 

Fakat, Komünist Manifesto ve bundan esinlenen sosyalist propagandalar son derece etkili olmaya devam etmektedir. Kendilerinin şiddetle “anti-komünist” olduğunu söyleyen birçok kimse bile, komünizmle mücadelenin en etkin yolunun, ona tariz vermek olduğunu söyler. Bazıları sosyalizmi, fakat ‘barışçı’ sosyalizmi, kapitalizmin “kötülüklerini” gidermenin tek yolu olarak kabul eder. Diğerleri, saf sosyalizmin istenmeyen birşey olduğunu, fakat kapitalizmin sözüm ona “kötülüklerinin” –yani kapitalizmin “merhameti” olmadığının, fakirler ve talihsizler için bir “güvence ağı” sağlayamadığının; geliri “âdil şekilde” yeniden dağıtmadığının- gerçek olduğunu, bir kelimeyle ifade edersek, kapitalizmin “sosyal adalet”i sağlayamadığını söylerler.

 Tüm bu eleştiriler, bir sınıf insanın, devlet memurlarının yahut yada en azından seçebileceğimiz politikacıların, istedikleri takdirde, bunları düzeltebileceklerini varsaymaktadır.

Son yarım yüzyıldır, politikacılarımızın çoğu, bunu yapmayı vaad etmektedir.

Sorun şu ki, bunların yasama yoluyla çözüm getirme teşebbüsleri, sistematik olarak yanlıştır.

Fiyatların çok yüksek olduğundan şikayet edilir. Fiyatların daha fazla yükselmesini önlemek için yasa çıkarılır. Bunun sonucu olarak ise, giderek daha az mal üretilir veya karaborsalar ortaya çıkar. Yasa görmezden gelinir veya en sonunda  kaldırılır.

Kiraların çok yüksek olduğu söylenir. Kira tavanları koyulur. Yeni apartman yapımı durur veya azalır. Eski apartmanlar boş kalır ve yıpranmaya başlar. Sonunda kiralar serbest bırakılır, fakat pratikte kiralar her zaman piyasa oranının altında belirlenir. Bunun sonucunda, kira kontrolü ile kayırılması amaçlanan kiracılar, kronikleşen ev kıtlığı nedeniyle, ev sahiplerinden daha fazla zarar görürler.

Ücretlerin düşük olduğu söylenir. Asgari ücret tesis edilir. Sonuçta, gençler (20 yaşın altı) ve özellikle siyah gençler işten çıkarılır ve devlet yardımına bağımlı hale getirilir. Yasa sendikaları güçlendirir ve  onlarla “kollektif  pazarlığa” zorlar. Sonuç, genellikle aşırı yüksek artan ücretler ve kronik işsizlik olur.

İşsizlik yardımı ve sosyal sigorta ödemeleri, sosyal “güvenlik ağı” oluşturmak amacıyla uygulamaya konur. Bu, işsizlerin yeni veya daha yüksek ücretli iş bulma aciliyetini ve iş arama güdüsünü azaltır. İşsizlik ve diğer sosyal sigorta ödemeleri büyümeye devam eder. Bunları finanse etmek için vergiler artırılır. Fakat bu beklenen geliri sağlamaz, çünkü vergileme kâr güdüsünü azaltır, kayıpları artırır, girişim ve üretimi azaltır. Harcamalar artırılır ve güvenlik ağı genişletilir. Bütçe açıkları ortaya çıkar, enflasyon yükselir ve üretim daha da azalır.

Maalesef, bu tür kötü sonuçlar birbiri ardından birçok ülkede ortaya çıktı. Bugün parası değer kaybetmemiş ve iflas etmemiş bir refah devleti  ülkesi bulmak hemen hemen imkânsızdır. Kimse bu refah ödemelerini kaldırmaya veya makul düzeylere indirmeye cesaret edememiştir. Bunun yerine, heryerde önerilen çare, zengini daha fazla vergilendirmek ve serveti yeniden dağıtmak olmuştur.

Kâr güdüsü

Şimdi başlangıç noktamıza dönelim. Daha önce bahsettiğimiz seçkin kişi, bizim, çoğunluğun ihtiyaçlarından ziyade, birkaç kişinin kâr güdüsü tarafından yönetildiğimizi söylerken yanılıyordu. Kâr güdüsü, bütün insanların ve her ailenin sahip olduğu bir evrensel güdüye verilen addır. Bu, hayatta kalma ve şartları iyileştirme motivasyonudur. Bazılarımız bu çabada diğerlerinden daha başarılıdır. Fakat işte insanların sahip olduğu bu güdü, insanların ihtiyacını tedarik etmede ona dayanağımızdır.

Bir insanın, isteyerek veya istemeyerek, diğer insanları zengin etmeden kendisinin zengin olamayacağı gerçeğinin çok az kişi farkındadır. Eğer o yatırım yapar ve yeni ve başarılı bir işe başlarsa, daha fazla işçi istihdam edecek ve kendi isteğiyle onların ücretlerini artıracaktır. Bu kimse, ya müşterilerine eskisinden daha iyi bir mal sunacak, ya da bir malı daha ucuz fiyata sunacaktır. Bu ikinci durumda, müşterilerde, daha başka şeyler alabilmek için para kalacaktır. Talebi artırmak için sadece kendi gelirlerini kullansa bile, daha fazla istihdam sağlamaya yardım edecektir; fakat kârını işini büyütmek için yeniden yatırdığı zaman, direkt olarak daha fazla istihdam yaratacak, daha fazla üretim ve daha fazla mal sağlayacaktır.

Bu yüzden, diğer insanlardaki başarılı kâr güdüsüne teşekkür edelim. Şüphesiz, hiçbirimiz, sadece piyasa güçlerine göre hareket etmeyiz. Neyse ki bazılarımız öyle yapıyor. Amerikalılar, dünyanın yalnızca en zengin değil, aynı zamanda en cömert insanlarıdır. Yalnızca herbirimiz ihtiyacımızdan fazlasını ürettiğimiz zaman, diğer ihtiyaç içinde olan diğer insanlara yetecek kadar mal fazlalığı oluşturabiliriz. Gönüllü işbirliği bunun anahtarıdır.

 

*Henry Hazlitt, "Piyasa Ekonomisinin ABC'si", Piyasa, Sayı:6-7, Bahar-Yaz 2003, Ankara, ss.11-16.

Çeviren: Fuat Erdal

(‘The ABC of a market economy’, Ideas on Liberty, Şubat 1985)

 

Liberal Düşünce Topluluğu GMK Bulvarı No: 108 / 17 Maltepe, 06570 Ankara, Türkiye, T: + (+90) 312 2316069 – 231 1185, F: + (+90) 312 2308003, info[at]liberal.org.tr
İşbu sitenin tüm hakları saklıdır.Web sitesi içerisindeki resimler, yazılar kaynak gösterilse dahi, izin alınmadan başka web sitelerine, ticari yayınlara aktarılamaz, kopyalanamaz, internet ve web ortamında ya da başka biçimde alenileştirilemez, basılıp çoğaltılamaz. © 2013
Web Tasarım Ankara
Sayfa başı