Liberal
Piyasaya Müdahalenin Görünmeyen Sonuçlarına Dair: Regülasyon mu, Piyasa mı?, Mustafa Acar

Piyasa, Devlet ve Müdahale, Mustafa Acar

4. Piyasaya Müdahalenin Görünmeyen Sonuçlarına Dair: Regülasyon mu, Piyasa mı?

İktisatta her devirde karşıtları ve taraftarları olan, devirler değişse de canlılığını yitirmeyen kadim bazı tartışma konuları vardır: Serbest ticaret ve korumacılık gibi, sağlam para, denk bütçe ve açık bütçe gibi, müdahaleci devlet ve sınırlı devlet gibi, ithal ikameci kalkınma ve ihracata yönelik kalkınma gibi... Piyasa ve regülasyon, ya da iktisadi hayatın düzenlenmesini bireysel kararlara dayalı piyasa kurumuna mı, yoksa gözetim-denetim-üretim ve yeniden dağıtım işlevleri çerçevesinde kamu otoritesine mi bırakmak gerektiği sorunsalı da, iktisadın sözü edilen eskimeyen sorunsallarından biridir. 

Bir yanda toplumsal-ekonomik hiyerarşinin tepesinde, İngilizce konuşulan dünyada “omnipotent social planner” denilen “herşeyi görüp gözeten” bir koordinatör ve sosyal planlamacının olmadığı, bireylerin kendi menfaatlerini ön planda tutarak aldıkları kararlara ve bireysel tercihlere dayalı, arz ve talebin fiyat mekanizması aracılığıyla dengelendiği ortamın en optimal sonuçlara yolaçacağını savunan doğal özgürlükçü, bireyci, rekabete dayalı, serbest piyasacı görüş; diğer yanda piyasaya güvenilemeyeceği, kendi haline bırakıldığında piyasanın kötü sonuçlar doğuracağını, adaletsiz gelir dağılımına yol açacağını, açgözlü, gözünü para hırsı bürümüş işadamlarının çalışanları düşük ücretle geçimlik düzey sınırında yaşamaya mahkum edeceğini, dolayısıyla devletin piyasaya aktif biçimde müdahalesine dayalı yeniden dağıtımcı bir rol üstlenmesi gerektiğini savunan planlamacı, regülasyoncu, müdahaleci, kollektivist, piyasa karşıtı görüş. Esasen bu ikilemde yapılacak bir tercih, yalnızca iktisat politikası alanıyla sınırlı kalmayan, ima ettiği sonuçlarla felsefi, ideolojik, kültürel ve siyasal olmak üzere hayatın tüm alanlarını etkileyen bir tercih olması dolayısıyla çoğu kez sanıldığından da önemlidir.

Devletin piyasaya müdahale araçları ve bunların muhtemel sonuçları meslekten iktisatçıların hiç de yabancısı olmadıkları, standart iktisat ders kitaplarına girmiş konulardır. Her şeyin bir bedelinin veya bir alternatif maliyetinin olduğu, iktisadın hayatın tüm alanları için geçerli evrensel ilkelerinden biridir. Bu çerçevede piyasaya dışarıdan yapılan her müdahalenin toplumsal refah üzerinde gerek kısa, gerekse uzun vadede görünen ve görünmeyen bir çok etkisi, teknik tabiriyle dara kaybı olarak anılan bir maliyeti bulunmaktadır. Vergiler, sübvansiyonlar, istisnalar, muafiyetler vb. her bir müdahale aracıyla belirli kesimlere avantajlar sağlanırken bunun bedelini ya öteki toplum kesimleri, ya da bir bütün olarak toplumun tümü ödemektedir. Piyasaya müdahale şekillerinin önemli birkaçını ve bunların toplumsal maliyetlerini satırbaşları halinde kısaca hatırlatmakta yarar olabilir.

Bunlardan biri taban fiyat uygulamasıdır. Bir piyasaya müdahale şekli olarak taban fiyatın tarımsal destekleme programları ve asgari ücret yasaları olmak üzere başlıca iki uygulama alanı vardır. Birinci uygulama alanı olan tarımsal destekleme programlarında amaç tarımsal ürün üreticilerine destek sağlamaktır. İkinci alan olan asgari ücret uygulamasında ise amaç çalışanların gelir düzeyini yükseltmektir. Birinci uygulamada çiftçileri destekleyelim derken piyasanın kaldıramayacağı, dünya fiyatlarının üstünde bir fiyat garanti edilince gerçekten de üreticinin eline yüksek bir fiyat geçmekte, dolayısıyla üreticinin geliri artmaktadır. Ancak bunun sonucunda çoğu kez piyasanın ememeyeceği bir arz fazlası ortaya çıkmakta, kamu otoritesinin devreye girerek belirlediği yüksek fiyatlardan alım yapmak suretiyle bu fazlayı ortadan kaldırması gerekmekte, bunun sonucu olarak da finansman ve stoklama maliyetleri gündeme gelmektedir. Sözkonusu arz fazlasının finansmanı para basımı yoluyla sağlanırsa bunun sonucu enflasyondur. Kaynak vergilerle sağlanırsa bunun sonucu halihazırdaki vergi yükümlülerinin alım gücünü düşürmektir. Sözkonusu kaynak borçlanma yoluyla sağlanırsa bu da gelecek kuşakların omzuna binecek vergi yükünü artırmak demektir. 

Bu arada kamunun aşırı borçlanma ihtiyacının, faizleri artırmak suretiyle bir yandan yatırım maliyetlerini yükseltmek, diğer yandan özel kesime yeterli kaynak bırakmamak şeklinde ortaya çıkan dışlama etkisi nedeniyle yatırımları daraltıcı, üretimi azaltıcı ve işsizliği artırıcı, kısaca ekonomik krizlere davetiye çıkarıcı bir etkisi sözkonusudur. Dış borçlanmanın ise ülkeyi özellikle dış politika konularında manevra alanı kısıtlı, yabancı ülkelerin müdahalelerine son derece açık bir ülke haline getirmek gibi ağır bir bedeli vardır. Ne yazık ki aşırı iç ve dış borç yükünün bir ülkeye ne tür bedeller ödetebileceğinin en canlı örneklerinden biri Türkiye’dir. 

Öte yandan, sözde dar gelirli çalışanları, işçileri, yahut emeğiyle geçinenleri korumak, onları “insanca yaşama koşullarına kavuşturmak” amacıyla yapılan ve asgari ücret şeklinde ortaya çıkan taban fiyat uygulamasının arzu edilmeyen sonucu, işgücü maliyetlerinin yükselmesi, işgücü talebinin azalması, buna bağlı olarak işgücü arzı fazlasının ortaya çıkması, sonuçta belirlenen yüksek ücret düzeylerinde bir kısım insanların işsiz kalmasıdır. Bir kez daha müdahalenin arzu edilmeyen, ilk bakışta görünmeyen sonucu, yapılan müdahaleden en çok, bizzat kendilerine yardım edilmek istenen insanların—örneğimizde işçilerin—olumsuz etkilenmesidir.

Başka bir müdahale örneği, bu kez tüketiciyi korumak amacıyla, fiyatları arz-talep dengesinin desteklemeyeceği oranda düşük fiyatlar garanti etmeyi öngören, tavan fiyat uygulamasıdır. Bu uygulamanın bedeli ise üretim veya arz yetersizliği, bunun sonucu olarak doğan kıtlıklar ve kuyruklar, dolayısıyla ortaya çıkan karaborsada ancak daha sınırlı bir tüketici kitlesinin fahiş fiyatlar ödeyerek mal bulabilmesi, bir kısım tüketicinin ise tüketim imkânından büsbütün mahrum kalmasıdır. Tavan fiyat uygulamasının arzı daraltması sonucu başgösteren ve talebi karşılamaya yetmeyen sınırlı miktardaki mal, ya tayınlama (karne) usulü, ya “hamili kart yakınımdır..” sözcüklerinde ifadesini bulan torpilcilik, ya da mağaza önlerinde zaman zaman kavgaya dönüşen uzun kuyruklar şeklindeki nahoş dağıtım mekanizmalarını kaçınılmaz kılmaktadır. 

Yine bir başka tavan fiyat uygulaması örneği olan ve sözde kiracıyı korumaya çalışan kira kontrollerinin muhtemel sonucu, yeni inşaatların azalması; kiraya verilebilir konut arzının daralması; konutların bakımsız ve sağlıksız hale gelmesi; veya depozit artırımı, sözleşme dışı ek ödemeler talep edilmesi, bekarlara veya çocuklu ailelere karşı ayrım yapılması,… gibi hoş olmayan durumlarla karşılaşılmasıdır.

İç piyasaya müdahalenin en yaygın uygulaması vergilerdir. Devletin kamu hizmetlerini yürütebilmek için ihtiyaç duyduğu finansmanın en önemli kaynağı olan vergiler, aynı zamanda, devleti yönetenlerin iktisat politikası anlayışına göre az ya da çok oranda, devletin toplum kesimleri arasında gelir transferi yapmasının bir aracı olarak da kullanılmaktadır. İnsanların can ve mal güvenliğinin korunması ve sağlıklı bir piyasa mekanizmasının işleyişi için rekabetin kurallarına uyulup uyulmadığını denetleyebilen etkin bir kamu otoritesine olan gereksinim, en serbest piyasacı iktisatçılar tarafından bile kabul edilmektedir. 

Bu çerçevede, vergilerin tümüyle ortadan kaldırılmasını savunmanın rasyonel bir temeli olamaz. Zaten devlete hiçbir şekilde gerek olmadığını savunan çok az sayıdaki aşırı liberteryenler dışında bunu savunan da pek yoktur. Ancak devlete aşırı müdahaleci ve yeniden bölüştürücü bir işlev yüklenmesi, kamu otoritesinin savurganca davranıp bütçe denkliğine dikkat etmemesi ve kamu finansman açıklarını kapatmak amacıyla vergilere aşırı yüklenmesi halinde bu kez bir yığın arzu edilmeyen sonuçla karşılaşılmaktadır. Esasen son çeyrek yüzyılda yükselen iktisat okullarından biri olan Arz Yanlı İktisat okulunun  üzerinde en fazla yoğunlaştığı konu, aşırı vergilerin ekonomide yaratacağı tahribattır.

Aşırı vergiler ekonomiyi başlıca iki bakımdan olumsuz etkilemektedir. İlkin, vergilerin aşırı olması insanların çalışma şevkini kırmakta, bu ise sonuçta üretimde daralmaya yolaçmaktadır. Daralan üretim azalan gelir demektir, bu da doğal olarak küçülen vergi tabanı anlamına gelir.  

İkincisi, aşırı vergiler insanlarda vergi kaçırma eğilimini körüklemektedir. Gerek vergi kaçırma sonucu kayıtdışı ekonominin büyümesi, gerekse üretimin azalması sonucu vergi tabanının küçülmesi nedeniyle, ilk başta vergi oranlarını artırmakla amaçlananın tam tersine, vergi hasılatı da düşmektedir. Buna iktisat literatüründe Haldun-Laffer etkisi de denmekte, optimum vergi oranını aştıktan sonra vergi artırımına gitmenin vergi gelirlerini düşüreceğini gösteren eğri Laffer Eğrisi adıyla anılmaktadır. Bu çerçevede ekonomideki temel sorunun talep yetersizliği olduğunu, bunun giderilmesi için devletin açık bütçe politikalarıyla talep yaratmasını öngören Keynesyen iktisadın aksine Arz Yanlı İktisat, temel sorunun üretim yetersizliği olduğunu ve vergi indirimlerini de bir özendirici olarak kullanmak suretiyle arzın artırılması gerektiğini öne sürmektedir.

Akla gelen diğer iki önemli müdahale aracı, dış ticaret ilişkileri çerçevesinde ülkeler arasında mal ve hizmetlerin serbestçe dolaşmasını engellemeye yönelik olarak başvurulan tarifeler ve kotalardır. Dışarıdan getirilen malların fiyatları üzerine gümrük sınırında vergi konması demek olan tarifeler ile, ithalatı yapılabilecek mal miktarının sınırlanması anlamına gelen kotalar, özü itibariyle birbirine çok benzer iktisadi sonuçlar doğuran araçlardır. 

Her ikisinin de kısa vadeli sonucu iç piyasada arzın sınırlandırılması, fiyatların yükselmesi ve yerli üreticinin kâr marjının yükselmesidir. Fiyatların yükselmesine ek olarak, bunların orta ve uzun vadeli, ilk bakışta bir kısmı görünmeyen sonuçları ise, dış rekabetin engellenmesi nedeniyle teknoloji yenileme arayışının sekteye uğraması, verimliliğin ve kalitenin düşmesi ve mal çeşitliliğinin azalmasıdır. Sonuçta tüketiciler çeşidi daha az, kalitesi daha düşük malları daha yüksek fiyatlardan satın almak zorunda kalmaktadırlar. 

Tarifelerle kotalar arasındaki en önemli fark, tarifelerde ithal mallar üzerine konan vergiler ithalat vergi geliri olarak devletin kasasına girerken, kotada arzın daraltılması dolayısıyla yükselen fiyatlardan doğan kota rantının ya ithalat lisansına sahip yerli şirketlere, ya da şayet kota gönüllü ihracat kısıtlaması şeklinde uygulanıyorsa, ihracatçı ülkenin şirketlerine gitmesidir. Doğal olarak, ithalat (veya ihracat) lisansının hangi şirketlere verileceğinin belirlenmesi aşamasında siyasetçiler, bürokratlar ve işadamları arasında birtakım rüşvet ve rant paylaşımı pazarlıklarının cereyan etmesi pek muhtemeldir. 

Bu arada gerek tarife, gerekse kota yoluyla ithalatın sınırlandırılmasının—ihracat ile ithalatın birbiriyle irtibatlı çift yönlü bir yol gibi olması nedeniyle—ticaret engellerinin ilk bakışta görünmeyen bir sonucu da, ihracat endüstrilerinin gerilemesi, dolayısıyla başlangıçta ithalata ikame endüstrilerde meydana gelebilecek bir istihdam artışının ihracat endüstrilerindeki gerilemeyle ortadan kalkacağı, sonuçta net bir istihdam kazancının olmayacağıdır. Bir başka deyişle ithalatı sınırlandırmanın bir bütün olarak ekonomi düzeyinde istihdamı artırıp artırmayacağı oldukça tartışmalıdır. İşsizliği azaltmak için ithalatı kısıtlama talebi resmin sadece bir yüzüne bakmakta, öteki yüzünü ihmal etmektedir. İthalat yasağı veya kısıtlaması ithalata ikame mal üreten endüstrilerde işsizliği azaltabilir, ama ihracat endüstrilerinde de artıracaktır. Sonuç olarak resmin tamamına bakmayan ve dışarıdan mal almamanın işsizliği mutlaka azaltacağını varsayan bir argümanın ciddiyetinden kuşkulanmak için elimizde birçok sebep vardır.

Belki bütün bunlardan daha önemli bir sonuç da, ithalatın sınırlandırılmasının bizi daha statik, daha bulduğuyla yetinen bir dünyaya mahkum kılmasıdır. İthalatın sınırlandırılması nedeniyle daha ucuza dışardan temin edilebilecek olduğu halde artık temin edilemeyen malları içerde üretmek için çok daha fazla emek, sermaye, zaman ve girişim gücü bu alanlara tahsis edilmek zorunda kalınacaktır. Çünkü normal şartlarda yeteneğine daha uygun başka bir alana yönelecek olan üretim faktörlerinin önemli bir bölümü her malı kendisi üretmek zorunda olan bir ülkede yeteneğine uygun olmayan işlerde çalışmak durumunda kalacaktır. Bu şekilde başka alanlarda daha verimli kullanılabilecek değerli kaynakların israf edilmesi, daralan teknolojik imkânlar ve yapay olarak cazip tutulan bazı iş alanları yüzünden insanların hem üretim hem de tüketim alanında seçeneklerinin ve hayal dünyalarının sınırlanması, onları daha durağan, daha bulduğuyla yetinen, daha dar ufuklu bir dünyaya mahkûm edecektir.  Kısaca karşılaştırmalı üstünlükler ilkesine riayet etmemenin bedeli ağırdır.

Regülasyon yalnızca yukarıda değinilen müdahale araçlarıyla da sınırlı olmayan, kapsamı çok daha geniş bir kavramdır. Regülasyonun kapsamı siyasal iktidara sahip olanların politik tercihlerine göre dış ticaretten kalkınma planlarına, eğitimden kültüre, sosyal yardım programlarından çevre düzenlemelerine kadar yığınla alana şamil kılınabilir. Elbette ki, regülasyonların hiç bir biçimiyle asla varolmaması gerektiğini iddia etmek pek makul değildir. Hatta rekabeti ortadan kaldırmayan, kimseye özel olarak ayrıcalık tanımayan, kime avantaj sağlayacağı önceden bilinmeyen, kişiye veya gruba özel olmayan genel ve soyut kuralların konması ve keyfiliğin önlenmesi anlamında regülasyonun gerekli olduğu savunulabilir. Ancak piyasa kurumuna güvensizlik temelinde hemen her beşeri-iktisadi faaliyetin sıkı kontrolü, izne tabiliği, bürokrasi fazlalığı anlamında aşırı regülasyonun son tahlilde topluma ağır bir bedel ödeteceğini söylemek mümkündür. 

Bu çerçevede yalnızca mal ve hizmetler ile üretim faktörlerinin değil, aynı zamanda fikirlerin de bir serbest piyasasından sözedilebilir. Rekabet yalnızca mal ve hizmet üretim ve dağıtımı alanında değil, pekâlâ fikirler ve zihinsel etkinlikler düzeyinde de sözkonusu olabilir. Düşüncenin serbest piyasasında fikirler özgürce üretilir ve rahatça dile getirilir; isteyen bunları kabul eder, istemeyen etmez, kendi yoluna gider.

Fikirlerin serbest piyasasına yasaklar, baskılar, kovuşturmalar ve işkenceler yoluyla yapılacak müdahalelerin, yukarıda mal-hizmet ve faktör piyasasına yapılan müdahalenin toplumsal maliyetinden hiç de aşağı kalmayan, belki daha da ağır bir maliyeti olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Şiddete ve teröre yönelen marjinal, militanist hareketlerin ve organize suç örgütlerinin daha çok özgürlüklere kapalı, yasakçı ve baskıcı ortamlarda ortaya çıkmaları bir rastlantı değildir. Diktatöryel rejimlerle yönetilen ülkeler ve baskı altındaki toplumların verimlilikte, ekonomik rekabette ve kalkınma yarışında geride kalmaları bu gerçeğe işaret etmektedir. Bastırılmış her düşünce, ifade imkânları kısıtlanmış her öneri, homojen ve tektip toplum yaratmaya dönük ideolojik yönelimler yüzünden yaşama şansı verilmeyen her çeşitlilik, dünyayı ve yaşamımızı olumlu anlamda dönüştürme potansiyelinin, yeryüzünü bizim için daha yaşanır kılma potansiyelinin daha doğmadan öl(dürül)mesi demektir. Politika yapıcıların ve toplumsal hiyerarşinin tepesinde karar verme konumunda olan güçlerin bu anlamda çeşitliliğe, çoğulculuğa ve serbestliğe prim vermemelerinin alternatif maliyetinin çok yüksek olduğunu gözönünde bulundurmalarında yarar vardır. Türkiye'de onbinlerce insanın hayatına, binlercesinin sakat kalmasına, trilyonlarca parasal kaynağın heba edilmesine malolan terör sorununa çare aranırken meseleye bir de bu açıdan bakmak manidar olabilir.

Piyasa karmaşık bir süreçtir. Ezici çoğunluğu birbirini tanımayan milyonlarca insanın birbirinden habersiz bireysel çabalarının kümülatif, birikimsel sonucudur. Bu haliyle piyasa bir tropikal yağmur ormanına benzetilebilir. Yağmur ormanında varlığı başka canlıların varlığına ve onlar tarafından gerçekleştirilecek faaliyetlere bağlı binlerce canlı türü birarada yaşar. Dışarıdan birileri baltayla ormana dalıp kafasına göre ona yeni bir şekil vermeye girişmediği sürece orada canlı hayat bütün karmaşıklığına rağmen gayet sade ve canlı biçimde  devam eder. Orada dengeleri değiştiren, birtakım canlı türlerinin yokolması tehlikesi doğuran şey, dışarıdan gelen müdahalelerdir. Karmaşık sistemlere müdahalenin daima öngörülmeyen veya öngörülemeyen sonuçları vardır. Russell Roberts’ın Görünmez Kalp’te (2001a) isabetle vurguladığı üzere, yağmur ormanında sarı çiçeklerin fazla olduğunu öne sürüp onlardan bir kısmını yoketmeye kalkışmanın o bitkilerle beslenen binlerce hayvanın hayatını tehlikeye atması sözkonusudur. Nitekim ABD’de Yellowstone milli parkından kurtların temizlenmesi girişiminin bu tür sonuçları olmuştur. 

Piyasa da bir çok bakımdan yağmur ormanına benzetilebilir. Bir kısmına yukarıda değinildiği gibi, çoğu kez iyi niyetle piyasaya dışarıdan yapılacak müdahalelerin de öngörülmeyen, arzu edilmeyen, dahası tam da yardım edilmek istenen toplum kesimlerini mağdur eden sonuçları vardır. Dolayısıyla iktisadi karar birimlerinin tercihlerini sınırlamaya kalkışmak, bireylere nasıl davranacaklarını dikte etmek, ya da yetişkinlere çocuk muamelesi yapmak suretiyle onlardan sorumluluk duygusunu uzaklaştırmak gibi maceralara girişmeden önce, 19. yüzyılda yaşamış ünlü Fransız düşünürü ve devlet adamı Bastiat’nın iyi bir iktisatçının ayırdedici niteliği saydığı şeyi yapmak, atılması düşünülen adımın sadece görünen sonuçlarını değil, aynı zamanda öngörülmesi gereken sonuçlarını da hesaba katmak gerekir.  

Toplumsal bütünlük ve ulusal çıkarlar, yerli sanayileri korumak, yerel üretim ve istihdamı artırmak vb. gibi gerekçelerle mal-hizmet-insan-fikir trafiğini ve bireysel tercihleri sınırlandırmak, kimi kültürel, dinsel, ideolojik veya beşeri tercihlere hayat hakkı tanımayacak biçimde, kamu otoritesini toplumsal hayatın her alanında müdahil kılmanın; artan fiyatlar, tüketicinin ezilmesi, verimlilik kaybı, nitelikli eleman kaybı, çeşitlilik kaybı, yaratıcılık kaybı, ekonomik atılım için gerekli toplumsal enerji ve kaynakların rant kavgalarında ve sokak çatışmalarında heba edilmesi, hepsinin bileşik bir sonucu olarak da toplumda yaşayan bireylerin yaşama sevincinin azalması ve yaşam memnuniyetsizliği endeksinin yükselmesi açısından çok ağır bir bedeli olduğu muhakkaktır. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri kendi toplumumuzdur. Sonuçta ortaya çıkan verimsiz, huzursuz ve istikrarsız ortamın, sözkonusu ekonomik, siyasal ve ideolojik sınırlamaların en başta devreye sokulma gerekçeleriyle—huzur, sükun, toplumsal bütünlük, istikrar, vs.—tamamen çelişen bir ortam olduğunu görebilmek, herhalde nitelikli iktisatçı ve siyasetçilerin ayırdedici vasfıdır. Kaliteli iktisatçı ve siyasetçilerin sayısının çoğaltılabilmesi oranında bir toplumun geleceğe umutla bakabilme şansı vardır demek, abartılı bir yargı sayılmamalıdır.

Russell Roberts’ın Görünmez Kalp adlı eseri bu anılan konulardan birçoğunu, “Regülasyon mu, piyasa mı?” ana ekseninde, yazarın öteki kitabı Tercih’te başarıyla denediği roman tarzında tartışmaktadır. Kitabın kahramanları Sam ile Laura özel bir lisede öğretmenlik yapmaktadırlar. Ekonomist olan Sam piyasanın ve iş hayatında başarının erdemine, rekabetin dizginlediği bir kapitalizmin bizim için daha yaşamaya değer bir dünya yaratacağına inanan,  sıradışı, akıntıya karşı kürek çeken, bu nedenle de çoğu zaman görüşleri aykırı bulunan biridir. İngilizce öğretmeni olan Laura ise devlet kurumlarının aktif denetim ve gözetiminin gereğine, aksi takdirde masum insanların açgözlü işadamlarının insafına kalacağına, yoksulluk sorununu sosyal yardım programlarından başka türlü çözemeyeceğimize inanan, devletin aktif müdahalesiyle dünyayı düzeltmek isteyen bir kişidir. 

Bir metro istasyonunda tesadüfen başlayan arkadaşlık giderek ilerler. Çeşitli vesilelerle, ikili veya çoklu değişik ortamlarda, piyasa-regülasyon sorunsalını hemen bütün boyutlarıyla tartışırlar. Dilencilere para mı, yoksa meyve suyu vermenin mi daha iyi bir yardım biçimi olacağından tutun, en erdemli yardımın nasıl yapılabileceğine, zorunlu kemer sıkma yasalarından ayrımcılık karşıtı yasalara, iktisadi adaletin nasıl sağlanacağına ve dünyanın nasıl daha iyi bir yer haline getirilebileceğine, kuru temizlikçilerin neden kadın bluzlarını erkek gömleklerinden daha pahalıya temizlediklerine, kâr amacıyla işadamlarının fabrikalarını ucuz işgücü bulunan azgelişmiş ülkelere kaydırmalarının zalimce bir şey olup olmadığına, televizyon dizilerine yansıyan paradan ve kendi maddi çıkarından başka bir şey düşünmeyen acımasız işadamı imajının gerçeği yansıtıp yansıtmadığına, ve nihayet yoksullara devletin kontrolündeki sosyal yardım programlarıyla mı, yoksa özel hayır girişimleriyle mi daha iyi yardım edilebileceğine varıncaya kadar çok sayıda konu bu tartışmadan nasibini almaktadır. 

Sam’in sınıfta öğrencilerle yaptığı tartışmalar da Laura’yla yaptığı tartışmalardan daha az ilginç değildir. Kaynakların sınırlılığı, dünyada petrolün bitme tehlikesinin olup olmadığı, fıstık odasında yenmemiş bir fıstık bulmanın fırsat maliyeti ile dünyanın günün birinde petrolsüz kalma ihtimali arasındaki ilişki, başarılı ve iyi işleyen bir sosyal politika dizayn etmenin zorluğu, karmaşık sistemlere müdahale etmenin görünmeyen etkileri, öz-çıkarın ne kadar güçlü bir motivasyon kaynağı olduğu, vb. bir çok konu değişik boyutlarıyla sınıfta, öğrencilerle birlikte sesli düşünerek irdelenmektedir. Bu arada fonda bir aşk hikayesinin bulunmasının, özellikle genç okuyucular açısından romanın sürükleyiciliğine ciddi bir olumlu katkı yaptığı da vurgulanmalıdır.

Kanımca Görünmez Kalp içerdiği birbirinden ilginç ve önemli tartışma konularıyla yalnızca iktisatçılara veya sosyal bilimcilere değil, esasen piyasa, regülasyon, devletin ekonomideki rolü, rekabet, işdünyasında başarının ilkeleri, piyasaya aktif müdahalenin görünen ve görünmeyen maliyetleri gibi konulara ilgi duyan herkes için yararlı, ufuk açıcı bir kitap olduğu söylenebilir.

 

Piyasa, c. 2, n. 5 (Kış 2003), ss. 33-39. 

Kaynaklar:

Chase, Alston (1990) Playing God in Yellowstone, İçinde The Yellowstone Primer: Land and Resource Management in the Greater Yellowstone Ecosystem, der. John Baden ve Donald Leal, Pacific Research Institute for Public Policy.

Bastiat, Frederic (1995) Selected Essays on Political Economy, (translated from the French by Seymour Cain, edited by George B. de Huszar, introduction by F.A. Hayek), New York, The Foundation for Economic Education, Inc. Irvington-on-Hudson.

Bastiat, Frederic (1997) Economic Sophisms, (translated from the French and edited by Arthur Goddard,  introduction by Henry Hazlitt), New York: The Foundation for Economic Education, Inc. Irvington-on-Hudson.

Friedman, Milton (1988) Kapitalizm ve Özgürlük, Çev. Doğan Erberk ve Nilgün Himmetoğlu, Altın Kitaplar.

Friedman, Milton ve Rose Friedman (1990) Free to Choose: A Personal Statement, Harcourt Brace.

Ibn Haldun ([1311] 1982 ve 1983), Mukaddime, Çev. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yayınları.

Ibn Khaldun (1967), The Muqaddimah: An Introduction to History, translated by F. Rosenthal, edited by N.J. Dawood, Princeton: Princeton University Press.

Kozak, İ. Erol (1984) İbn Haldun’a Göre İnsan-Toplum-İktisat, İstanbul: Pınar Yayınları.

Roberts, Paul Craig (1984) The Supply Side Revolution, Cambridge: Harvard University Press.

Roberts, Russell (2001a), The Invisible Heart: An Economic Romance, Cambridge: The MIT Press. 

Roberts, Russell (2004) Görünmez Kalp: Regülasyona Karşı Piyasa, Çev. Mustafa Acar, Ankara: Liman Yayınları, 2. baskı.

Roberts, Russell (2001b), The Choice: A Fable of Free Trade and Protectionism, New Jersey: Prentice Hall. 

Roberts, Russell (2002) Tercih: Bir Serbest Ticaret ve Korumacılık Öyküsü, Çev. Mustafa Acar, Ankara: Liberte Yayınları.

 

Liberal Düşünce Topluluğu GMK Bulvarı No: 108 / 17 Maltepe, 06570 Ankara, Türkiye, T: + (+90) 312 2316069 – 231 1185, F: + (+90) 312 2308003, info[at]liberal.org.tr
İşbu sitenin tüm hakları saklıdır.Web sitesi içerisindeki resimler, yazılar kaynak gösterilse dahi, izin alınmadan başka web sitelerine, ticari yayınlara aktarılamaz, kopyalanamaz, internet ve web ortamında ya da başka biçimde alenileştirilemez, basılıp çoğaltılamaz. © 2013
Web Tasarım Ankara
Sayfa başı