3. Tercih: Bir Serbest Ticaret ve Korumacılık Öyküsü
Serbest ticaret ile korumacılık taraftarlığı arasındaki çatışma iktisat tarihi ka¬dar, hatta ondan da eskidir. Zamanın ilerlemesi, teknolojinin gelişmesi, globalleş¬me gibi gelişmelerin hiç biri bu tartışmayı bitirmemekte, serbest ticaret-korumacılık çatışması giderek klasikleşen, her devirde yeniden alevlenen, kısmen biçim değiştirse de özü itibariyle varlığını koruyan bir tartışma haline gelmektedir. Söz konuşu tartışma yalnızca ülkemizde değil, dünyanın her yerinde canlılığını sürdü¬ren bir tartışmadır. Politikacılar, bürokratlar ve akademisyenlerin bir kısmı koru¬macılık felsefesini savunurken, diğer bir kısmı da serbest ticaret felsefesini savun¬maktadır. Her iki taraf da tercihini meşrulaştırmak üzere çok sayıda argüman bu¬labilmektedir.
Bu çerçevede Tercih: Bir Serbest Ticaret ve Korumacılık Öyküsü adlı kitap son derece ilginç bir kurgu ve akıcı bir üslupla serbest ticaret ve korumacılık arasındaki farkları, iki politika arasında yapılacak bir terci¬hin muhtemel implikasyonlarını tartışmaktadır. Öykü 11 Eylül 1823 tarihinde (tesadüfe bakın: ABD'ye yönelik 11 Eylül saldırılarından tam 178 yıl önce!) hayalî bir Se¬mavi Mahkeme'de, Türkçe’de daha iyi bilinen bir deyimle “öte dünya”da, Ricardo'nun sorgulanmasıyla başlamaktadır. Kendisine dün¬yada iken işe yarar ne yaptığı sorulduğunda karşılaştırmalı üstünlük kuramından sözeder Üstad. Kuram serbest ticaretin ticarete katılan iki tarafın da yararına olduğunu ortaya koymaktadır. "Peki dünyada iken sözüne kulak verenler olmuş muydu?" diye sorul¬duğunda "Hayır, ama inanıyorum ki zamanla..." diyecek olur. Yargıç sözünü ke¬ser. Durumunu iyileştirmek üzere mahkemeye daha güçlü deliller sununcaya ka¬dar arafta (Cennet’le Cehennemin arasındaki boşlukta) başıboş dolaşmaya mahkum edilir…
Aradan biraz zaman geçer. Üstad İngiltere'de korumacılığıyla meşhur Tahıl Yasalarının yürürlükten kaldırıldığı yıl (1846) yeniden yargılan¬ma talep eder ve İngiltere'nin sözkonusu korumacı yasaları yürürlükten kaldırmış olmasını kendisinin serbest ticaret görüşünün haklılığının anlaşılmış olmasına delil gösterir. Ancak semavi mahkeme başka ülkelerin henüz ne yapacağının belli olmadığım ileri sürerek Ricardo'nun durumunu iyileştirme talebini yine reddeder. Nihayet 1960 yılına gelinir. Bu defa Üstad başka bir mazeret beyan ederek mahkemeden bir geceliğine dünyaya iniş izni ister.
O sırada Amerika'da Başkanlık seçimleri yapılacaktır. Başkan adaylarından biri korumacılık yanlısıdır. Seçilirse ithalatı yasaklayarak Amerika'yı dışa kapatacaktır. Bu ise Ricardo'ya göre Amerikan ekonomisini felakete götürecek bir gelişmedir. Aşağıya, dünyaya inip, Yüce Mahkeme’nin takdir edeceği süre içinde, Amerika'da ithalatı büsbütün yasaklamayı düşünen Başkan adayına destek veren bir televizyon imalatçısına Amerika'nın böyle bir yola girmesi halinde ülke için nasıl bir felaketin ortaya çıkacağını gösterecek, böylece sözkonusu korumacı Başkan adayını destekle¬mekten vazgeçmeye onu ikna edecektir. Bunu başarabilirse kendisinin de öte dünyadaki durumu iyileşecektir. Mahkeme ilk ve son defa olmak üzere, kendisine bir geceliği¬ne bazı olağanüstü yeteneklerle donanmış olarak dünyaya inme izni verir.
Öykünün bundan sonrası Ricardo'nun, TV imalatçısı Ed Johnson'la birlikte serbest ticaretin korumacılıktan daha iyi bir alternatif olduğuna kendisini ikna etmek ama¬cıyla yaptığı birbirinden ilginç seyahatler, bu seyahatler sırasında yaptığı göz¬lemler ve yol arkadaşıyla korumacılık ve serbest ticaretin muhtemel sonuçlarıyla ilgili hararetli tartışmalarla sürüp gitmektedir. Zaman zaman ithalatı yasaklayan Amerika'nın, zaman zaman da serbest ticaret politikası izleyen Amerika'nın akıbetini gözlemlemek amacıyla 1960 ile 2000 yılı arasında gidip gelirler.
Öykü şöyle bir arkaplana oturtulur: Japon malı televizyonların Amerikan piyasasına girmesiyle yerli TV üreten Ed'in rahatı kaçmıştır. Japon TV'lerinin Amerika'ya girişinin engellenmesi halinde yerli üretimin artacağı, Amerikalı işçilerin ücretlerinin yükseleceği ve Amerika’da işsizliğin azalacağı konusunda politikacı arkadaşı Frank'i ikna eder. Nitekim bu doğrultuda önce bir yasa çıkarılır. Ardından iş ilerler, başkanlık seçimleri yaklaşmıştır; Frank başkan ada¬yı olur. Başkan seçilmesi halinde uygulamaya koymayı düşündüğü projeler arasında ithalatı büsbütün yasaklamak da vardır.
Ancak Ed Johnson, her ne kadar TV için getirilen ithalat yasağını desteklese de, böyle bir yasağın bütün ürünlere yaygınlaştırılmasının ülke için doğru bir şey olup olmadığından emin değildir. Ertesi gün arkadaşı Frank'in ricası üzerine parti kongresinde kendisinin başkan adaylığını destekleyen bir konuşma yapmaya söz vermiştir. Nasıl bir konuşma yapması gerektiği konusunda kafası karışık olan ve bir türlü gözüne uyku girmeyen Ed, gecenin geç saatlerinde çalışma odasında bir o yana bir bu yana volta atarken Dave (Ricardo'¬nun Semavi Mahkeme’den 1 geceliğine dünyaya inme izni almış hayaleti) Ed’in önündeki koltuğa ilişiverir. Kısa ve gergin bir tanışma faslından sonra Dave sıradan biri olmadığına, olağanüstü bazı yeteneklerle yanına geldiğine, bir süre kendisine refakat etmektan başka çaresi olmadığına Ed’i ikna eder ve birlikte seyahate başlarlar.
Dave, Ed'e "zenginliğe giden dolaylı yol"dan sözeder, bir ürünü üretmenin ille de emek, sermaye, vb. kaynakları kullanarak doğrudan üretmek yoluyla olma¬yabileceğini, başkalarından daha iyi ürettiğiniz bir malın ihtiyaç fazlası kısmını ihraç etmek, bunun karşılığında başkalarının sizden daha ucuza üretebildiği şeyleri de ithal etmek suretiyle "dolaylı" yoldan üretilebileceğini anlatır. Buna karşılık Ed korumacı¬lık politikasının tipik argümanları olarak aklımıza gelebilecek ne kadar argüman varsa hepsini sıralar: kendine yeterliğin faziletleri, milli güvenlik, yabancılara piyasayı kaptır¬mama, işsizliğin azaltılması, vb. bu kitapta başka bir makalede sıralanmış ne kadar argüman varsa şu veya bu şekilde Ed’in ağzından dile gelir. Dave ise bunların her birinin bir görünen, bir de görünme¬yen yüzü olduğunu, görünmeyen maliyetlerin çoğu kez görünenleri bastırdığını anlatır.
Bir ülkenin ihtiyacı olan her malı bizzat kendisinin üretmeye kalkışması, yani kendine yeter¬lik Dave’e göre "sefalete giden yoldur." Nasıl ki bir insanın giydiği gömleğin pamuğunu ken¬disinin yetiştirip, ipliğini kendisinin eğirip kumaşını kendisinin üretmesi ve gömle¬ği kendisinin dikmesi, bunu öteki bütün ihtiyaç maddeleri için yapmaya kalkış¬ması son derece pahalı, hiç bir şeyi doğru dürüst yapamaması sonucunu doğuracak verimsiz bir yol ise, bir ülkenin de tüm malları kendisinin üret¬meye kalkışması aynı derecede maliyetli ve verimsiz bir yoldur.
Belki bunlardan daha da önemlisi, yerel endüstriyi koruyalım diye ithalatın sınırlanması veya büsbütün yasaklanması son tahlilde insanların hayal dünyasının sınırlanması, önlerindeki seçeneklerin sınırlanması ve daha durağan, daha yoksul bir dünyaya mahkum edilmesidir. İthalat ve ihracat birbirine bağımlı iki yönlü bir yol gibidir; ithalata izin vermeyen ülke tersinden başka ülkelerin kendisinden ithalat yapma olanaklarını sınırlamaktadır. İthalata ikame mal üreten sektörlerin korunması o sektörlerde istihdamı korurken ihracat sektörlerini olumsuz etkilemekte, ihracat endüstrilerinin küçülmesi işsizliğin de artmasına yol açmaktadır.
Korumacılığın ilk bakışta görünmeyen en önemli olumsuz etkisi insanların hayal dünyalarını sınırlamasıdır. Korunan sektörler öteki sektörlerden gereğinden fazla işgücü ve sermaye çekmekte, verimsiz bir kaynak dağılımına yolaçmakta, daha verimli alanlara yönlendirilebilecek kıt kaynaklar israf edilmektedir. Dış rekabe¬tin engellendiği sektörler teknolojik yenilik yapma, ürün çeşidi ve kalitesini artı¬rıp fiyatı ucuzlatma arayışına girmemekte, tüketiciler de daha az çeşidi olan, daha kalitesiz mallara daha yüksek fiyat ödemek suretiyle daha düşük bir refah düzeyine razı olmak zorunda kalmaktadırlar. Yapay önlemlerle yaşatılan işlerde fabrika¬da çalışan işçilerin çocukları da aynı mesleğe yönelmekte, aksi durumda üniversi¬te öğrenimi yoluyla katma değeri yüksek, kazancı daha iyi başka mesleklere yönelecek yaratıcı enerji böylece israf edilmektedir. Sonuçta korumacılık olmasaydı, dış dünya ile serbestçe ticaret yapılsaydı ortaya çıkabilecek olan bazı endüstriler hiç doğmamakta; üretilmesi mümkün ürün¬ler, yapılması muhtemel yenilik ve icatlar hiçbir zaman gün yüzüne çıkma imkânı bulama¬maktadırlar.
Gerçi serbest ticaretin hakim olduğu dünya da bir cennet değildir. Dış rekabetten olumsuz etkilenecek sektörler, kısa vadede sıkıntı çekecek insanlar olacaktır. An¬cak, her ne kadar herkese aynı oranda kazanç getirmeyebilirse de, serbest ticaret daha fazla fır¬sat, daha çok servet ve daha dinamik bir dünyaya kapı aralamaktadır. Kısacası serbest ticaret ve korumacılık arasında yapılacak bir tercih basitçe yerli malı ile yabancı malı arasında yapılacak bir tercihten ibaret değildir. Asıl tercih, statik bir dünya ile dinamik bir dünya arasında yapılacak bir tercihtir. İnsanları hayal etmeye ve o hayalleri gerçekleştirecek nitelikleri kazanmaya teşvik edecek bir dünya ile, onla¬rı ellerinde bulunanla yetinmeye ve daha az hayal etmeye yöneltecek bir dünya arasında yapılacak bir tercihtir bu. Sanıldığının aksine asıl mesele para değildir. İşin özü; mücadele etmek, yaşamak ve hayal etmektir.
Yayınlandığı yıl Busssines Week'in "yılın en iyi kitabı" seçtiği, ünlü iktisatçı Milton Friedman'ın "büyüleyici" olarak nitelediği kitapla ilgili olarak Wall Street Journal’dan Susan Lee şunları söylemektedir: "Karşılaştırmalı üstünlük ve satınalma gücü paritesi gibi kavram¬ların zihnini bulandırdığı, tarife ile kota arasındaki fark konusunda kafası karışık, veya adil ticaretin mi yoksa serbest ticaretin mi daha iyi olduğunda tereddüde düşen kim varsa beri gelsin. Russell Roberts global yaşamın sırlarını, kolay kolay unutamayacağınız içli bir hikayede açıklamış." Federal Express genel müdürü Fred Smith de, "Russell Roberts'ın zeki alegorisi serbest ticareti tehdit eden önemli bir tehlikeye, çoğunluğun sırtından azınlığı kayırmak tehlikesine net bir biçimde işaret ediyor. Daha da önemlisi, zor bir konuyu anlaşılabilir ve de zevkli hale getir¬miş!..." demektedir.
Kanımca Tercih, kişi ve şehir isimleri değiştirilerek, Ed Johnson yerine sürekli devletten koruma talep eden yerli sanayicilerden birini, Star kasabası yerine de bizim İstanbul, Denizli, Konya, Kayseri veya Gaziantep gibi sanayi şehirlerimizden birini koymak suretiyle, rahatlıkla Türkiye için de okunabilecek bir kitaptır. Yerel sanayileri koruma, tarifeler, kotalar, bebek endüstriler, kötü niyetli yabancılar,... gibi ele aldığı ilginç tartışma konularıyla en az Amerika kadar bizi, en az Amerika kadar Türkiye'yi anlatıyor bu eser. Gün geçmiyor ki gazete sütunlarında, televizyon kanallarında, bilimsel-akademik toplantılarda, siyaset nutuklarında ülkeyi dışa açarak yerli sanayilere darbe vurduğumuzdan, işsizliği artırdığımızdan, özelleştirme yoluyla devlet-millet malını yabancılara peşkeş çektiğimizden dem vuran gazetecilere, siyasetçi danışmanlarına, akademisyenlere ve bürokratlara rastlamayalım; gümrük birliğinin ülkemizi kaç milyar dolar zarara soktuğuna dair iddialar duymayalım.
Bu bağlamda serbest ticaret-korumacılık tartışmaları AB ile bütünleşme sürecinde olduğumuz, Gümrük Birliği anlaşması, Kopenhag kriterleri ve katılım ortaklığı belgesi çerçevesinde birtakım yükümlülükler altına girdiğimiz; ama bu arada iç piyasada tekel ya da oligopol konumunda olan bazı büyük şirketlerin özel koruma talep ettikleri bir ortamda ülkemizi son derece yakından ilgilendiren bir tartışmadır. Bu konuda aydınlarımız ve siyasetçilerimizin olduğu kadar, sokaktaki insanın da bir zihin berraklığına ihtiyacı vardır. Tercih bu anlamda sadece konunun uzmanlarına değil, herkese rahatlıkla hitap eden, sade ve akıcı bir üslupla kaleme alınmış, tartışmanın nirengi noktalarını büyük bir usta¬lıkla ortaya koyan bir eserdir.
Piyasa, c. 1, n. 2 (Bahar 2002), ss. 121-124.