Liberal
Toplumların İntihar Modeli Olarak Sosyal Devlet

‘En iyi hükümet, en az hükmeden hükümettir.’

Henry David Thoreau

İnsan, doğası ve ihtiyaçları gereği diğer insanlarla bir arada yaşamaya mecbur olan bir canlıdır. Bu birliktelik insanların ilerlemesine daima katkıda bulunmuştur. Tarım devrimiyle birlikte artan nüfus, hiyerarşiyi ve beraberinde hukuksuzlukları getirmiştir. İnsanlar hukuksuzlukların verdiği zararları görüp daha refah ve güvenli bir toplumda yaşayabilmek için hukuku yaratmıştır. Yarattıkları hukuku kontrol eden ve ihlal edilmesi ile birlikte ceza veren bir araca da ihtiyaç duymuşlardır. Haklarının bir kısmından vazgeçip, vazgeçtikleri bu haklarını, kendilerini koruyacak bir kurum olan devlete vermişlerdir. Bundan anlaşılacağı üzere devletin temel ve öncelikli görevi kendisine bağlı olan toplumun bireylerini korumaktır. Yani devlet, birey için ortaya çıkmış ve birey için varlığını sürdürmektedir. Lakin zaman içinde her şey gibi, devlet de ortaya çıktığı şekliyle kalmamış, karşı koyulamaz bir evrim geçirmiştir. Devlet, kendisini zaman içinde yönetilenlerin efendisi olarak görmüş ve bireylerin kendisine muhtaç olduğu zannına kapılmış, bu zan ile birlikte de toplumu kendi haline bırakmamış, işgüzarlık yaparak bireylerin haklarına müdahale etmiş ve toplumda eşitliği sağlamayı, bununla birlikte toplumsal refaha ulaşılabileceğini düşünmüştür. Liberal piyasacı ekonomi uygulamalarının, toplumu dengesiz gelir bölüşümüne mahkûm ettiği safsatalarıyla, devletin müdahalesinin zorunlu olduğunu söylemiştir. Bu müdahale, devletin sosyal sorumluluklar üstlenerek, gelirden yeterince pay alamayan bireylerin bir takım temel ihtiyaçlarının karşılanacağına dair bir takım güvenceler vermesidir. Peki devletin kendisine misyon edindiği bu görev topluma gerçekten de fayda sağlamakta mıdır? Yoksa en önemli görevi bireylerin haklarını korumak olan devlet, üzerine geçirdiği ‘sosyal devlet’ gömleğiyle aslında bireylerin doğal yaşamlarıyla kolayca ulaşabilecekleri ideal toplum düzenini mi baltalamıştır?

Günümüzde, ideal bir toplumun temel yapı taşları olan kavramlar, devlet kurumu tarafından yanlış yorumlanmış, kısa süreli refahı sağlayan, lakin sorunu çözmeyen, sadece erteleyen yöntemlerle bu terimleri topluma tatbik etmeye çalışmıştır. Bu kavramlardan birisi eşitliktir. Devlet, kendisine yakıştırdığı ‘sosyal devlet’ kavramıyla toplumda eşitliği sağlamaya, bu eşitliği sağlayarak toplumun refaha ereceği düşüncesine hizmet etmektedir. Fakat eşitliğin felsefesini tam anlayamadan eşitliği uygulamaya kalkması, asıl eşitsizliği yaratmıştır. Bu ‘eşitlik adaletsizliği’, özellikle gelir düzenlemesinde karşımıza çıkmaktadır. Sosyal devlet toplumdaki gelir uçurumlarını kapatmaya, bireylerin gelirlerini eşitlemeye çalışırken, toplumun çok çalışmayı ve yatırımı özendiren unsurlarını yok eder. Girişimcilerin ve üretken bireylerin cesaretini kırarak, toplumun tamamının üretkenliğini canlandıracak sermayenin önünü kesmektedir. Bir toplumun, çalışırken farklı çaba sarf eden, farklı şeyler üreten, farklı zaman harcayan bireylerine sonuç eşitliği dayatmak özgürlüğün ilkelerinin temeline dinamit yerleştirmektir. Özgürlüğün olmadığı bir toplumda da refahtan bahsetmek mümkün değildir. Eşitlikçilik, tüm toplumu uçuruma sürüklemek, etkisi birkaç gün sürecek refah için, tüm toplumu çöküşe zorlamaktır. Özgür toplumların gerisinde bırakmaktır.

Özgürlük, bireylerin, kamu otoritesini kullananlarla birlikte, diğer bireyler tarafından da kendi tercihlerini seçmesi ve onlara göre yaşaması konusunda baskı altında kalmamasıdır. Ama emeğiyle para kazanan, girişimleriyle risk alan bireylerin servetlerini, devletin zorla kendisinden alıp halka dağıtması özgürlüğün önünde aşılamaz bir engel gibi durmaktadır. Sosyal devlet gelir eşitliğini sağlamaya çalışırken toplumun çıkarını gözettiğini zannetmektedir. Ama devletin, toplumun çıkarını amaçlaması, diğer insanların haklarını gasp etme yetkisini ona vermez. Her birey önce kendi çıkarını gözetir. Normal olan da budur. Çünkü kişisel çıkarı önemsemeyen birey, içinde yaşadığı toplum ne kadar hayırsever olursa olsun hayatta kalamayacaktır. Lakin müdahale edilmeyen toplumlar zaten kendi içerisinde herkesin mutlu olacağı sistemi kendiliğinden kuracaktır. Çünkü bilinçli özgür bir toplum, yardıma muhtaçlara, daha az özgür olan toplumlara kıyasla daha fazla yardım eder. Bunun nedeni de sivil toplum düşüncesinin o toplumda yaygın olmasıdır. Ayrıca insan doğası da yardım etmeye veya insanların hayat standartlarını yükseltmeye kodlanmıştır.  Bu da devletin müdahalesi olmadan da toplumun refahının sağlanacağının kaçınılmaz bir gerçek olduğunun kanıtıdır.

Günümüzde en fazla eğitim ve sağlık alanında kendini gösteren ‘sosyal devlet’, serbest piyasanın önünü keserek hizmet kalitesini düşürmekte, kendisine bağımlı yaptığı bireylere de gidebilecekleri alternatif bir yer bırakmamaktadır. Devletin ‘sosyal’ kimliğiyle verdiği eğitim ve sağlık hizmetleri, serbest piyasanın yarattığı bir hizmet ağı ve çeşitliliğinin yanına dahi yaklaşamaz. Ama devlet bu hizmetleri karşılarsa yardımlarla yaşamak dururken çalışmanın saçmalık olduğunu düşünen beyinler, iş aramak için veya para kazanmak için bir sebepleri olmadıklarını görecek, tekrardan düğümlenen sistem toplumsal refahı sağlamak için çalışan insanların ağır vergi yükleriyle dönecektir. Zaten bu tarz bir uygulama, toplumda ‘sosyal devlet müşterisi’ olarak adlandırılabilecek bir sınıf oluşturmaya meyillidir. Bu bakımdan ne kadar sakıncalı olduğu su götürmez bir gerçektir.

Toplumun refahının sağlanması için devletin müdahalesinin olmaması gereken bir diğer alan serbest piyasadır.  ‘Zengini daha zengin, fakiri de daha fakir yapar’ gibi ezberlenen ve iyi düşünülmemiş cümlelerle hedef tahtasına oturtulan serbest piyasa, aslında toplumların ilerlemesi için zorunlu olan bir yöntemdir. Bireyler arasındaki gönüllü rızaya dayanarak, arz ve talep ile süreklilik sağlayan serbest piyasa, toplumların yaşam standardını yükseltmekle birlikte, tüm bireylerin servet sahibi olabilmesi için yolundaki engellerin kaldırılmasına yardımcı olur. Serbest piyasa en çok yoksullar için faydalıdır. Çünkü serbest piyasanın üretkenliğiyle verimli olan ülkelerdeki yoksullar, serbest piyasanın olmadığı ülkelerin sadece elitlerinin ulaşabileceği hayat standartlarına daha rahat ulaşabilirler. Serbest piyasa sadece ahlaklı bireyler tarafından sürekliliğini sağlayabilir. Çünkü ticarette satıcının ahlaksız olması, bireyi kandırması, kendi ipini çekmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu nedenle iş dünyasında sözüne sadık olup olmamak, yapılan işin ömrünü belirler. Serbest piyasanın insanlara sağladığı servet diğer insanları teşvik eder. Bu da sosyal devletin, yoksulları korumayı amaçlayarak onları tembelliğe sevk eden sisteminden çok daha faydalıdır. Tembelleşen kişi, başkasına yük olacaktır. Çünkü devlet sosyal kimliğini sürekli kılacak ve yoksullara, sürekli zenginlere yüklediği ağır ve cesaret kırıcı vergilerden destek olacaktır. Bu da birini soyup diğerine vermekten farksız bir yöntemdir.

Kişinin mülkiyetine gelen saldırı da müşevviği yok eder. Çünkü birey, mülk edinme ve para kazanma yolundaki azminin, devlet tarafından gasp edilmesini izlemek zorunda kalacaktır. Eğer kişi kazandığı paranın ciddi miktarını vergi olarak verecekse neden uğraşsın ki? Herkese özgür bir ortam sağlaması gereken devlet, yetenekleri ve üretkenliğiyle para kazanan insanın servetini, aynı özgürlüğe sahip olan ve önüne engel koyulmayan diğer bireylere neden veriyor ki? Yüksek vergilerin, çalışma ve girişim karşısında caydırıcı olduğu gerçeği kadar basit bir denklemi anlayamayan devlet, nasıl olur da bireylerinin haklarını korumanın asli görevi olduğunu savunabiliyor? Ayrıca üreten, tüm toplum için üretiyor. Kendisinin ortaya koyacağı bir teknoloji tüm toplumun istifade etmesini sağlayacak. Ama onun girişimciliğini baltalayacak bir devlet müdahalesi, tüm toplumu geri bırakmaktan başka işe yaramayacaktır.

Çalışmadan para kazanan ve kendisine destek olunan birey neden çalışma ihtiyacı hissetsin ki? Nasıl olsa devlet yaptığı işlerle tüm toplumun çıkarı için uğraşan üreticiye koyduğu vergilerle kendisine destek olmaktadır. Ama devletin yardımına güvenen bu kişi hem yük olduğu kişi için ekonomik zarar doğurur, hem de fıtri olarak başkasına yük olduğu için insanın saygı görme hakkının zedelenmesine sebep olur. Bu da devletin serbest piyasaya müdahalesinin herkes için kötü sonuçlar doğurmaktan başka bir şeye neden olmadığını göstermektedir. Serbest piyasanın önünü açtığı bireyler, çalışmadan kazanmaya alışırlarsa topluma hiçbir şey katamazlar. Ki çalışmadan kazandığı parayı daha kolay harcamaya meyilli olan birey, birikim yapamaz ve bu da kendisinin ve kendisinden sonra gelen nesillerin kendisi gibi bağımlı olduğu çıkmaz bir sistemin içine düşmesi demektir. Bu nedenle serbest piyasaya ayak uyduran devlet dolaylı yoldan, yoksulların en büyük yardımcısı olur. Aksi bir tutum sergileyen devlet, özel sektörü küçültür, buna bağlı olarak da doğrudan büyüme hızını düşürür. Burada zenginlerin daha fazla zenginleşeceği gerçeği özgürlüğün kötü olduğu anlamına gelmez. Bu güç meselesidir. Yoksul insan zengin olmaması için engellenmez. O da zengin olanlar gibi çalışarak aynı servete sahip olabilir.

Serbest piyasa eleştirilirken en çok ileri sürülen tez, ‘zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar’ tezidir. Bu cümle içi boş, temele oturtulmamış, sadece yoksulların devletin ‘sosyal’ kimliğini istemesi, devletin de böylece bireyin hayatına daha fazla müdahale imkânına sahip olabilmesi için ortaya atılmış beyhude bir söylemdir. Bu söylem özellikle ülkemizde yoksulların kullandığı bir motto haline gelmiştir. Hatta yoksullar, bunu ülkemizin kahir ekseriyetinin mensup olduğu İslam dinine aykırı olduğu gerekçesiyle temellendirmek istemişlerdir. Peki, gerçekten öyle midir? Serbest piyasa İslam’ın öngördüğü iktisadi düzene aykırı mıdır?

İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an çoğu ayetinde bireysel özgürlüğü güçlü bir şekilde vurgulamaktadır. İnsanların nasıl yaşayacaklarını belirlemede kendi kararlarının etkili olduğu ve diğer bireylerin bu insanları kendi kalıpları içerisine sokmak gibi bir yetkisinin olmadığı vurgulanmıştır. İnsanlara özel yaşamlarında özgür olma hakkı veren İslam, iktisadi alanda da özgürlüğü savunmuştur. Özgür olan bireyler arasında, gönüllülük esasına dayalı olarak sürdürülen, arz ve talep ilişkisiyle ortaya çıkan serbest bir piyasa hayatı önermiştir. Serbest piyasanın temel niteliklerinden biri olan gönüllülük esasını vurgulayan Kur’an, adeta bu gönüllülük esasına uyulmamasının toplumları çöküşe götüreceği haberini önceden vermektedir. Peki, bireyin emek vererek elde ettiği servetini, tek taraflı bir yetki ile gönüllülük esasına dayanmadan elinden alan devlet yapısı, İslam’a ne kadar uymaktadır?

İslam’da devlet, Kur’an’da belirtildiği gibi halktan zekât dışında maddi olarak hiçbir şey talep edemez. Aynı şekilde İslam’ın ikinci kaynağı olarak nitelendirilen ve Hz. Muhammed’in söz ve davranışları olarak tanımlanan sünnette de serbest piyasaya bir müdahale görülmemektedir. Hz. Muhammed de gönüllülük esasına dayalı olarak yürütülen piyasanın önünü kesecek hiçbir uygulamada bulunmamıştır. Hatta yerli halkın yerli üreticiye muhtaç olmaması için, dış ticaretin önünü asla kesmemiştir. Hz. Muhammed serbest piyasanın önünü açarak, çalışanın çalıştığı kadar kazanmasının adaletli olduğunu göstermiştir. Bunun yanında emeğiyle servet edinenin servetine devletin dahi dokunmayacağını belirtmiştir. Çünkü bu kişi kendi hakkıyla bu serveti kazanmıştır. Hz. Muhammed’in serbest piyasadaki tek şartı ahlaklı olunmasıydı. Bu da serbest piyasanın vazgeçilmezidir. Çünkü önceden de belirttiğimiz gibi, ahlaksız bir satıcı tüketiciye güven vermediği için tüketici tarafından asla tercih edilme

Hâsılı ülkemizde insanların servetlerinin yoksullara dağıtılmasını öngören bireylerin, arkasına sığındıkları İslam’ın öngördüğü serbest piyasa düzeni de onların savundukları fikirlere dayanak olamamaktadır.

Bireylerin devlet müdahalesine tabi olmaması adaletin de yolunu bulmasına katkıda bulunur. Bireyin kendisiyle eşit olmadığı biriyle sırf ‘sosyal devlet’ görevi görmek isteyen devletin politikası yüzünden eşit duruma getirilmeye çalışılması ortaya büyük bir adaletsizlikten başka bir şey çıkarmayacaktır. Çünkü eşit dağılımın sağlanması demek malvarlığının birinden alınıp diğerine verilmesi demektir. İnsanların sahip olduğu mallar üzerinde diledikleri gibi tasarruf etme hakkı varken, neden bu kurallar ayaklar altına alınıyor? Öyle ya, bir insan elinden alınacak olan bir malvarlığı için neden çabalasın ki? Ama birey emek, zaman, beceri ve uzmanlık gerektiren işlerinden dolayı bulunduğu konumda sürekli devlet tarafından meşru zemine oturtulmuş bir hırsızlık ile soyulacaksa adaletten bahsetmek için elimizde bir sebep kalmamaktadır. Bedenimiz, emeğimiz ve malımız üzerindeki haklarımızın zorla bireyden alınması başka bir şekilde açıklanamaz.

Sosyal devletin öngördüğü suni yönetimin ortaya çıkardığı bu problemler aslında en temelde hukukun üstünlüğünün yerine getirilmesiyle aşılır. Hukukun üstünlüğünün amacı, bireyleri keyfi güç kullanımına karşı korumaktır. Peki devlet, sosyal devlet kimliğine bürünerek neden kendi emekleriyle para kazanan insandan parasını, güç kullanma tehdidiyle almayı amaçlıyor? İnsanın sırf insan olmasından dolayı sahip olduğu doğal hakları korumayı amaçlaması gereken devlet, bu doğal haklardan biri olan mülkiyet hakkını bireylerin emeklerini boşa sayarak onların rızasını almadan, temin etmeyi meşru bir zemine oturtarak hukuku çiğnemektedir. Bu da bireyin özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Hukuku amaçlayan bir devlet bireylerin özgürlüğünü kısıtlayarak asla hukukun üstünlüğüne ulaşamaz. Bu da devletin adaleti sağlamak için yaptığı müdahalelerinin hiçbir katkısı olmadığını göstermektedir.  Ancak kimse tarafından müdahale edilmeyen insan, tabiatının gereği olarak büyürken edindiği kurallarla hukuka uygun hareket edebilir.

Sonuç olarak toplumda her türlü adaleti sağlama misyonuyla kendine ‘sosyal devlet’ kimliğini yakıştıran devlet, aslında toplumsal refahın sağlanmasında en büyük engeldir. Bireyleri suni yöntemlerle eşitliğe zorlamak, müdahale olmadan doğal yollarla rayına oturabilecek bir toplumun gerçek eşitsizliğe sürüklenmesine sebep olur. Serbest piyasaya müdahale eden, becerileriyle servet kazanan insanlara haksız yere yüklenen cesaret ve azim kırıcı vergiler, tüm toplumu aşağı çekmekten başka bir işe yaramamaktadır. Bu da adaletin sağlanmasının önüne set çekmektedir. Hukukun üstünlüğü ile bireylere karşı keyfi uygulama yapma şansı elinden alınan devlet, meşru zeminde topluma bu kadar müdahale ederek adaletsizliğin bayrağını taşımaktadır. Bunun önüne geçmek için liberalizmin en temel ilkelerinden olan özgürlüğü ve serbest piyasayı iyi anlayan ve bunlara müdahale etmeyen bir devlete ihtiyaç vardır. Aksi takdirde toplumlar kendilerine fayda sağladığını zannettikleri ‘sosyal devlet’ kandırmacasıyla kendi sonlarını kendileri getirecektir.

                       

Ensar Çakır

Sabahattin Zaim Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Bölümü Öğrencisi

 

KAYNAKÇA

·  Ashford, Nigel, ‘’Özgür Toplumun İlkeleri’’, Liberte Yayınları, 2009.

·  Butler, Eamonn, ‘’Özgür Toplumun Temelleri’’, Liberte Yayınları, 2016.

·  Cowen, Tyler, ‘’Refah Devleti Yoksullara Fayda Sağlar mı?’’, 2005.

·  Durdu, Zafer, ‘’Modern Devletin Dönüşümünde Bir Ara Dönem: Sosyal Refah Devleti’’, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2009, Sayı:22.

·  Ersoy, Arif, ‘’İslam ve Liberalizm’’, Eskiyeni, 2010.

·  Kazancı, Fatih, ‘’Serbest Piyasa Ekonomisi ve İslam Ekonomisi Üzerine Karşılaştırmalı Bir Analiz’’, Uluslararası İslam Ekonomisi ve Finansı Araştırmaları Dergisi, Kasım 2016, Cilt : 2, Sayı:3.

·  Kurşun, Arzu, ve Rakıcı, Cemil, ‘’Sosyal Refah Devletinin Tarihi Süreci ve Günümüz Bazı Refah Devletlerinin Değerlendirilmesi’’, Uluslararası Ekonomi ve Yenilik Dergisi, 2016.

·   Reed, Lawrence, ‘’Sağlam Kamu Politikasının Yedi İlkesi’’, 2001.

·   Şahin, Hakan, ‘’İslam ve Piyasa Ekonomisi’’, 2016.

·   Von Mises, Ludwig, ‘’Piyasa İlkesine Karşı Refah İlkesi’’, 2005.

·   Yayla, Atilla, ‘’Piyasa Medeniyeti’’, Liberte Yayınları, 2004, ss. 1-36.

 

 

 

Liberal Düşünce Topluluğu GMK Bulvarı No: 108 / 17 Maltepe, 06570 Ankara, Türkiye, T: + (+90) 312 2316069 – 231 1185, F: + (+90) 312 2308003, info[at]liberal.org.tr
İşbu sitenin tüm hakları saklıdır.Web sitesi içerisindeki resimler, yazılar kaynak gösterilse dahi, izin alınmadan başka web sitelerine, ticari yayınlara aktarılamaz, kopyalanamaz, internet ve web ortamında ya da başka biçimde alenileştirilemez, basılıp çoğaltılamaz. © 2013
Web Tasarım Ankara
Sayfa başı