Türkiye’deki mevcut eğitim sisteminin dayandığı temel ideoloji;14.06.1973 yılında kabul edilen ve hala yürürlükte olan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve yine 1979 yılında kabul edilen Milli Güvenlik Bilgisi ve Öğretimi Yönetmeliğinin genel ve özel amaçlarında hayat bulur.
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu Madde 2 – Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini;(Değişik: 16/6/1983 – 2842/1 md.) Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı;Türk Milletinin milli,ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan;insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek..”der.(1)
Hala liselerde muvazzaf subayların girdiği milli güvenlik bilgisi derslerinin 02.02.1980 – 16888 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan amaçları ise şu şekildedir.
a) Türkiye Cumhuriyetini her türlü koşullar altında her çeşit saldırıya karşı daima artan bir kudret ve kuvvetle korumak ve yüceltmek için Türk gençliğinin tümünde doğal olarak bulunan milli güvenlik bilincini topyekûn harbin isteklerine göre pekiştirmek.
b) Modern harbin psikolojik, politik, ekonomik ve sivil savunma konuları üzerinde her yurttaşın bilmesi ve yapması gereken görevlerle genel savunma sorunları hakkında öğrencileri aydınlatmak…
c) Silahlı Kuvvetleri tanıtmak, gençleri ordu’ya içten gelen sevgi ve özlemle bağlamak, onları Silahlı Kuvvetlerle yapılan ana savunmanın temel bilgileri üzerinde fikren hazırlamak böylece Türk gençliğini her an ordu ve sivil savunmanın aktif organlarında görev alabilecek bir düzeye getirmek, birlik ve beraberlik ruhunu yaratmak ve vatansever bir gençlik yetiştirmektir…(2)
Türkiye’de eğitim tek tipleştiricidir. Aynı zamanda üsten alta kumanda edilen hiyerarşik yapılanmasıyla da militariktir. Neticede eğitim, bir ideolojik endoktrinasyon kurumu olarak sürdürülüyor. Farklı kimliklerin, inançların ve kültürlerin bir arada ve eşit haklarla yaşabilmesinin önündeki en büyük engellerden olan bu anlayış neticesinde, eğitim sistemi katı bir emir-itaat kültürü üretmektedir. Farklılıkların yok sayıldığı, hak ve özgürlüklere dair taleplerin her defasında klasik totaliter devletçi yaklaşımla reddedildiği bir eğitim-öğretim ortamı, sadece yeni nesli değil, bu ortam içinde çalışan öğretmen, bilim insanı, memur ve hizmetlileri de yozlaştırmaktadır. Kısacası özgürlükçü düşüncelerin üretilemediği okullarda tüm bireylerin birbirine benzemesi esas alınmaktadır.
Ders Kitapları;
Bu temel anlayış üzerinden şekil bulan bir eğitim sisteminde zorunlu olarak okutulan ders kitapları da Türk Milli Eğitimi’nin amaçları dikkate alınarak yazılır. MEB’e bağlı olarak çalışan ve görevleri arasında ‘Millî eğitim sisteminin nasıl bir insan yetiştirmeyi hedeflediğini belirlemek’ (3)olan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından ders kitaplarının içeriği belirlenir ve kitaplar buna göre düzenlenir. Ders kitapları içerdiği bilgilerle ve eğitimcilerin de katkılarıyla öğrencilerin hayata bakışında, yaşam anlayışında, kavrayışında, farklılıklara bakışında ciddi etkiler bırakır.
Örneğin 2008-2009 Eğitim- öğretim yılı için hazırlanan ilköğretim 8.sınıf İnkılâp Tarihi adlı ders kitabında “Sorun neden Ermeniler?” adlı konuda (sayfa 206) yer alan bilgiler kısaca şu şekildedir; “Rusya ve İngiltere’nin teşvikiyle Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurmak için faaliyete geçtiler.1905 yılında II. Abdülhamit’e suikasta teşebbüs ettiler.1909’da Adana’da olaylar çıkardılar. I. Dünya savaşını bahane ederek olaylar çıkarttılar ve bizi zor duruma düşürdüler. Yorgun Türk milletini arkadan vurdular. Osmanlı’da 1915 yılında Sevk ve İskân kanunu ile önlem alarak Ermenilerin ülke sınırları içindeki güney vilayetlerine göçüne(tehcirine) karar verdi.”
Aynı kitabın 199, 200 ve 201. sayfalarında ise askeri müdahaleler meşrulaştırılmıştır. Bütün suç siyasilere devredilmiş TSK ise artan gerginliklere sadece dur demiştir. Örneğin bu ders kitabında 1950’lerin ikinci yarısından itibaren verimsiz bir dönemin başladığını artan muhalefet karşısında DP’nin muhalefeti etkisiz hale getirmek için çaba sarf ettiğini sonrasında ekonomik ve siyasi sıkıntıların arttığını bütün bu gerginliklerin 27 Mayıs 1960 tarihinde askeri müdahaleye yol açtığını yazıyor.
24 Ocak 1980’de ise uygulamaya konulan ekonomik istikrar programının yaşanan sıkıntıya çözüm olmadığı gibi huzursuzluğa neden olduğu, parlamentoda sıkıntılar yaşandığı, meclisin yeni cumhurbaşkanını seçemediği gibi olumsuzluklar belirtiliyor.1980 yılının 12 Eylül’üne gelindiğinde ise TSK geçici bir süre için yönetime el koydu denilerek 12 Eylül darbesi de bu şekilde izah edilmiş olunuyor.
28 Şubat postmodern darbesi ise bir cümleyle şu şekilde izah ediliyor; “Laiklik karşıtı söylem ve eylemlerin artması üzerine Milli Güvenlik Kurulu 28 Şubat 1997 tarihinde hükümeti uyardı.” (Kitapta geçen- bu darbelere dönük ifadeler- Özgür Eğitim-sen’in açıklamalarıyla gündeme geldiğinden ötürü bakanlık bu bilgileri değiştirmek durumunda kalmıştır. Ne var ki diğer bilgiler hala ders kitaplarında yerini korumaktadır.)
1. sınıftan 11. sınıfa, müzikten felsefeye, edebiyattan okuma-yazma çalışmalarına kadar her sınıf ve her ders, savaşın ve şiddetin sıradanlaştığı olumlandığı veya yüceltildiği metin ve eklerle doludur.(4) Ders, çalışma ve öğretmen kılavuz kitaplarının hemen hepsinde rastlanılan hâkim söylem, “ordu-milletiz” söylemidir. Bu söylemi inşa etme süreci genellikle geçmişine ait bir göndermeyle başlar: “Asya Hun Devleti’nde ordu ile halk iç içeydi. Halkın büyük çoğunluğu orduda görev alır ve her zaman savaşa hazır olurdu. Bu yüzden Türklere ordu millet denirdi.” (5)
Resmi ideoloji dayatması dolayısıyla tek-tip vatandaş yetiştirme anlayışı sadece ders kitaplarında işlenen milliyetçi öğelerle sınırlı değildir. Aynı anlayışla farklı inanç grupları da ders kitapları aracılığıyla dışlanmaktadır. “MEB yayını 9. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabında ateizm anlatılırken "vahye dayanmayan inanç biçimleri, toplumda olumsuz etkilere yol açan reenkarnasyon ve satanizm gibi zararlı akımların ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır" denmektedir. Bahsi geçen kitap 5 kişi tarafından hazırlanmış ve 2006 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ders kitabı olarak kabul edilmiştir. Kitap ikinci kez 958.000 adet olarak basılmıştır. Reenkarnasyonun Budizm, Hinduizm ve Alevilerin bir kısmı tarafından kabul gören bir inanç şekli olması göz ardı edilerek satanizmle bir tutulması bu meseleyi önemli kılmaktadır.”(6)
ANDIMIZ ve TÖRENLER
“İlk defa Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu 10 Mayıs 1933 tarih ve 101 sayı kararı ile "Öğrenci Andı" uygulamaya koymuştur. Talim Terbiye Kurulunun bu kararına göre, öğrencilerin her gün tekrar edeceği "Öğrenci Andı" ile ilgili olarak Millî Eğitim Bakanlığı, 18 Mayıs 1933 tarih ve 1749/42 sayılı genelgeyi yayımlamıştır. "Öğrenci Andı"nın amacı ve söylenirken nelere dikkat edilmesi gerektiği bu genelgede açıklanmıştır. Öğrenci Andı’nın bugün söylenmekte olan metni, Millî Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisinin Ekim 1997 tarih 2481 sayısında yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 10. Maddesiyle belirlenmiştir. Son olarak Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği (Kurum: Milli Eğitim Bakanlığı, Kabul Tarihi:27.08.2003, RGT:27.08.2003,RG No:25212)’nin “Öğrenci Andı” başlıklı 12. Madde ile düzenleme yapılmıştır.”(7)
İlköğretim okullarında 76 yıldır okutulan “öğrenci “Andı”nı yazan ve 23 Nisan 1933’te ‘Türk çocuklarına armağan eden dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’tir. Çocuklara yıllardır zorla ezberlettirilen bu yemin şiirinin pedagojik yönden bir değeri yoktur. Çocukların sosyal, fiziksel ve psikolojik gelişim aşamaları dikkate alınmadan yazılmış olan bu yemin şiiri, aynı zamanda çocuk haklarına da aykırıdır. “Andımızın” önemi, eğitim sisteminin dayandığı resmi ideolojiyi temsil eden bir manifesto niteliği taşımasındandır. Türk eğitim felsefesinde istenen “kul-yurttaş” tipinin temel özelliklerinin bu antta işlenmiş olmasındandır. Bu anlayışa göre eğitim belirli bir sınıfa ait ayrıcılıklı bir hal alıyor. Farklı kesimlerin çocukları dışlanarak onların psikolojileri okul ortamında zedelenmiş olunuyor.
Her Türk Asker Doğar” sloganının içselleştirildiği bir ülkede militarizm kökenli yönetmeliklerin tümden kaldırılması bir hayli zaman alacaktır. Ne yazık ki özgürlüğün kalesi olması gereken eğitim kurumları hala askeri ritüellerle ve yönetmeliklerle doludur. Türkiye’deki eğitim kurumlarının askeri bir disiplin ve anlayışla işlev görmeleri durumunda bu kurumlardan asla bağımsız ve özgürlükçü düşüncelerin üretilemeyeceği bilinmelidir. Oysa eğitimin bireyi özgürleştirmesi beklenir. Öğrencilere sürekli olarak belirli bir ideolojiyi ya da bir kitleyi üstün görmeleri dayatılırsa eğer; diğer ırk, renk, dil ve inançlara karşı bir önyargının oluşmasına olanak sağlanmış olunur. Bu bakımdan çocuklara bürokrasiye itaati değil özgürlüğe bağlılık aşılanmalıdır. Çünkü sağlıklı bir toplumun temelleri ancak bu şekilde atılır. Onun için askeri ritüellerin ve yönetmeliklerin mutlaka okul ortamından uzaklaştırılması gerekmektedir.
Farklı olana karşı oluşan nefretlerin, düşmanlıkların ve yersiz kaygı ve endişelerin kökeninde Türk eğitim sisteminin militarist bir yapıda işlev görmesi yatmaktadır. Militarizm bilindiği gibi sivil alanı daraltan, kuşkucu, ötekileştirici, çatışmacı askerliğe ve orduya dair tüm değerleri kutsayan bir ideolojidir. Ve bu ideoloji yıllardır gerek ders kitapları aracılığıyla gerekse andımız, nöbetçi öğrenci ve tören yürüyüşleri gibi uygulamalarla çocuklara aşılanmaktadır. Çocuklara hala okullarda sanki sınırı koruyan bir asker gibi nöbet tutturulmaktadır. Her gün rahat, hazır ol komutlarıyla onlara “andımız” söylettirilmektedir. Askerlerin girdiği Milli Güvenlik dersleriyle de askerlik kültürü yüceltilerek ve özendirilerek verilmektedir. Böylesi uygulamalar yüzünden eğitim kurumlarından “insan” yerine uysal, itaatkâr ve birbirine benzeyen vatandaşlar yetişmektedir. Militer bir eğitim anlayışının bireyi okul duvarları içine hapsettiği unutulmamalıdır.”
Tek tip kıyafet
Her gün çocuklara -rahat hazır ol- komutlarıyla ezberlettirilen bir yemin merasiminin yanı sıra öğretmen içeri girdiğinde ayağa kalkılması, saygı duruşları, şiirlerin içeriği, okunma sekli, törenlerde öğretmenlerin bölük komutanı seklinde dizilmesi, sac kesimi, tırnak bakimi, kılık kıyafet, çanta-sıra kontrolleri, ütülü giyinmeye zorlama, soru sorulmadan, söz hakki verilmeden konuşulmaması gibi artık eğitimciler tarafından da kanıksanmış olan ve çocukların fiziksel, sosyal ve psikolojik gelişimleriyle örtüşmeyen birçok uygulamada yer almaktadır. Öğrenciler 2010 yılı itibariyle hala kılık kıyafetlerinden ötürü okul idarecileri tarafından rencide edilmekte ve birçoğu kıyafet yönetmeliğine uymadığı gerekçesiyle evlerine geri gönderilmektedir.
Kamu Kurum ve Kuruluşlarda Çalışan Personelin Kılık Kıyafetine Dair Kanun; Madde 5- 2 nci maddede sözü edilen personelin kılık ve kıyafette uyacakları hususlar;
a) (Değişik: 3.1.2002/24629 RG) Kadınlar;
Elbise, pantolon etek temiz, düzgün, ütülü ve sade, ayakkabılar ve/veya çizmeler sade ve normal topuklu, boyalı, görev mahallinde baş daima açık, saçlar düzgün taranmış veya toplanmış, tırnaklar normal kesilmiş olur. Ancak bazı hizmetler için özel iş kıyafeti varsa görev sırasında kurum amirinin izni ile bu kıyafet kullanılır.
Kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz veya elbise ile strech, kot ve benzeri pantolonlar giyilmez. Etek boyu dizden yukarı ve yırtmaçlı olamaz. Terlik tipi (sandalet) ayakkabı giyilmez.
b) Erkekler;
Elbiseler temiz, düzgün, ütülü ve sade; ayakkabılar kapalı, temiz ve boyalı giyilir. Sandalet veya atkılı ayakkabı giyilmez. Bina içinde ve görev mahallinde baş daima açık bulundurulur. Kulak ortasından aşağıda favori bırakılmaz. Saçlar, kulağı kapatmayacak biçimde ve normal duruşta enseden gömlek yakasını aşmayacak şekilde uzatılabilir, temiz bakımlı ve taranmış olur. Hergün sakal tıraşı olunur ve sakal bırakılmaz. Bıyık tabiî olarak bırakılır, uzunluğu üst dudak boyunu geçemez, üstten alınmaz, yanlar üst dudak hizasında olur, alt uçları dudak hizasından kesilir. Kravat takılır, kravatı örtecek şekilde balıkçı yaka veya benzeri sü¬veterler giyilmez. Hizmet gereğine uygun olarak verilmişse tek tip elbise giyilir.
(Değişik : 07/08/1991-91/2048 B.K.K.) Bina içinde gömleksiz, kravatsız ve çorapsız dolaşılmaz. (8)
Öğrencilerin kılık kıyafet yönetmeliği ise MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI Ortaöğretim Genel Müdürlüğü Sayı:B.08.0.OGM.0.09.01.01.379.3/ Konu : Öğrenci Kılık ve Kıyafetleri GENELGE 2006 / 23’de şu şekilde belirtilmiştir.
-Öğrenci kıyafetlerinin, okul yönetimi okul-aile birliği başkanı ve okul öğrenci meclisi başkanının katılımı ile karara bağlanır. Her kişi ve kuruluşa serbest rekabet ortamında fırsat eşitliği sağlamak amacıyla belirlenen kıyafetlerin önceden okulun ilân panosu ile web sayfasında duyurulması, Her bir okulda aynı tip kıyafet olmak kaydı ile okullar arasında farklılıkların olabilmesine fırsat verilmesi,
3- Çok önemli bir gerekçe olmadıkça öğrenci kıyafetlerinde değişikliğe gidilmemesi,
4- Okul arma ve rozeti gibi ayrıcalıklı işaretlerin öğrenci kıyafetlerinin dışında mümkün mertebe ayrıca temin edilmesi, hiçbir şekilde zorlama ve sınırlamalar getirilmemesi, kesinlikle adres gösterilmemesi, serbest rekabet şartlarını ihlâl eden yaklaşım ve yönlendirmelerden kaçınılması, (9)
Kılık kıyafet yönetmeliği ile ilgili olarak yeri gelmişken bu yıl çokça tartışılan bir meseleyi aktarmak yerinde olacaktır oda;
2010 yılında Diyarbakır Merkez Yenişehir İlçesi Hamravat İlköğretim Okulu 6-A sınıfı öğrencisi olan Ece Nur Özel (12), başörtü ile okula gitmesi krize neden oldu. Okul idaresinin aileyi ve küçük kıza yaptığı tüm uyarı ve kınama cezalarına rağmen Ece Nur Özel, türbandan vazgeçmeyince okul yönetimi tutanak tuttu. Şikâyeti değerlendiren Yenişehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Öğrenci Davranış Kurulu, İlköğretim Kurulu Yönetmenliği'nin c fıkrasının 17. maddesi uyarınca Ece Nur Özel'i okuldan uzaklaştırma kararı aldı. Kurulun kararıyla türbanlı kızın okul kaydı 3 kilometre uzaklıkta bulunan Vali Nafiz Kayalı Yatlı İlköğretim Okuluna çıkarıldı. Ece Nur Özel yaz ayında gittiği Kuran kursunun ardından başörtü takma kararı aldığını belirterek "Ben Kuran kursuna gittikten sonra başörtü takma kararı aldım. Ancak okula gittiğimde öğretmenlerim beni derse almadı" demişti. (10)
Ece Nur’la birlikte 2010 yılında İlköğretimde Türban ve Çocuk Kimindir? Tartışmaları yaşandı. İlköğretim çağındaki çocuklarını türbanlı olarak okula göndermekte ısrar eden ailelere TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’den uyarı geldi. Üskül, “Bu iş daha ileriye giderse, aile çocuğu baskı altına alıp öğrenim özgürlüğünü engelliyorsa devlet o çocuğu alır ve öğrenim görmesini sağlar” dedi. (11)
Çocuk kimin tartışması;
Gerek anayasaya gerekse uluslararası insan hakları belgelerine göre “çocuk devletin değil, ailenindir”. Medeni Kanun’un 339. maddesi velayetin kapsamını, 340. madde eğitimini, 341. madde ise dinî eğitimini tanzim etmiştir. Madde 339: Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar. Çocuk, ana ve babasının sözünü dinlemekle yükümlüdür. Ana ve baba, olgunluğu ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme olanağı tanırlar; önemli konularda olabildiğince onun düşüncesini göz önünde tutarlar. Çocuk, ana ve babasının rızası dışında evi terk edemez ve yasal sebep olmaksızın onlardan alınamaz. Çocuğun adını ana ve babası koyar. Madde 340: Ana ve baba, çocuğu olanaklarına göre eğitirler ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlar ve korurlar. Ana ve baba çocuğa, özellikle bedensel ve zihinsel özürlü olanlara, yetenek ve eğilimlerine uygun düşecek ölçüde, genel ve meslekî bir eğitim sağlarlar. Madde 341: Çocuğun dinî eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir. Ana ve babanın bu konudaki haklarını sınırlayacak her türlü sözleşme geçersizdir. Ergin, dinini seçmekte özgürdür.(12)
Kılık kıyafet yönetmeliği insanın doğasına aykırı bir yönetmeliktir. Türkiye’de gerek eğitimcilerin gerekse öğrencilerin yaratıcılıklarını engelleyen bir uygulamadır. Bu türden yasaklar ve dayatmaklar bireyin kişilik gelişimine olumsuz yönde etkilemektedir. Bireyin kişisel tercih hakkı da yok sayılmaktadır. Aynı zamanda bu uygulama eleştirel bakış açısını zedelediği gibi bireyi tamamen kontrol edilebilir, itaatkâr bir konuma indirgemektedir. Gelişen dünyanın geldiği nokta bizlere bu tip uygulamaların artık yeri olmadığını göstermektedir.
NÖBETÇİ ÖĞRENCİ UYGULAMASI
İlköğretim Kurumları Yönetmeliği “Öğrencilerin Nöbet Hizmetleri” ile ilgili 138.maddesi şöyledir; “Küçük yaşlardan itibaren görev ve sorumluluk duygularını geliştirmek, okulun yönetim işlerinde görev almalarını sağlamak amacıyla 5.6.7 ve 8 inci sınıf öğrencileri, okul yerleşim alanı içinde nöbet görevlerini yürütürler. Öğrencisi yeterli olmayan okullarda 4 üncü sınıf öğrencilerine de nöbet görevi verilebilir.” (13)
Oyunda ya da derste olması gereken çocuklar hiçbir sosyal güvencesi olmadan okullarda çalıştırılıyorlar. Sınıfta öğretim görmesi gereken çocuklara okulun angarya işleri yaptırılmakta, hizmetlinin ve güvenlik görevlisinin yapması gereken işler “sorumluluk kazandırıyoruz” gerekçesiyle yüklenmektedir. Bu uygulama Uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine aykırıdır. UNİCEF Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 32/1 maddesi: “Taraf devletler, çocuğun ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul eder” der.
Türkiye’deki özel okullarda rastlanılmayan bu nöbetçi öğrenci uygulaması maalesef devlet okullarındaki mevcut yönetmeliklerle hala devam ettirilmektedir.
ZORUNLU DİN DERSLERİ
“İlk ve orta öğretimde yararlanılmakta olan basılı Din Kültürü ve Ahlâk bilgisi ders materyalleri insan hakları merceğinden tek tek incelendiğinde ortaya çıkan, gerek halen yürürlükte olan T.C. Anayasası’nın 24. maddesi gerek belli başlı tüm uluslararası insan hakları belgelerinde yer alan din ve vicdan özgürlüğünün ciddi şekilde ihlal edildiğidir. Dinle ilgili konuların bilgilendirmenin ötesinde endoktrinasyon amacıyla sunulması insan haklarına saygılı bir eğitim anlayışıyla bağdaştırılamaz. Bu tutum, hem düşünce ve kanaat özgürlüğü hem düşünceyi ifade hakkı bakımından da sakıncalıdır..” (14)
“Zorunlu Din Dersleri” hala en çok tartışılan konularından biridir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 18. maddesi din özgürlüğünü şöyle tarif etmektedir: “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü vardır; Bu hak, din ya da inancını değiştirme özgürlüğünü ve tek başına ya da cemaat halinde, toplum içinde ya da özel olarak öğretme, uygulama, ibadet etme ve riayet etme yoluyla dinini ya da inancını açığa vurma hakkını içerir.” şeklinde düzenlenmiştir. Süreç içinde daha da geliştirilen bu maddenin devamı niteliğindeki maddeler etnik azınlıkların dinlerini koruma hakkı”, “ailelerin çocuklarına kendi inançlarına uygun olarak dini ve ahlaki eğitim verme hakkı da” getirilmiştir.
1948’den beri seçmeli olan din dersleri, 12 Eylül Anayasasıyla birlikte zorunlu hale getirilmiştir. Diğer taraftan gerek anayasamıza gerekse uluslararası insan hakları belgelerine göre “çocuk devletin değil, ailenindir.”Türk eğitim sistemi ve devlet okulları göz önünde bulundurulacak olursa devletin çocuğu ailesinden alıp, kendi hazırladığı müfredatlar ve belirlediği kriterler doğrultusunda eğittiği gözlemlenmektedir. Müfredatlar hazırlanırken ailelerin inanç, kültür ve düşünce farklılıkları göz ardı edilmektedir.Bu yüzdendir ki eğitim kurumlarından mezun olan bireyler en ufak bir toplumsal kırılmada veyahut farklı görüşlerin, mezheplerin ve ırkların varlığı karşısında bilinçli bir tavır ortaya koyamamaktadırlar.
Din Dersleri 2010 yılında da hala bir netliğe kavuşmamıştır. MEB Babanı Nimet Çubukçu, yaptığı bir açıklamada Aleviliğin ”Talim ve Terbiye Kurulundan geçtiğini ve önümüzdeki dönemde, 2011-2012 eğitim-öğretim yılında, Alevi çalıştayları sonrasında elde edilen sonuçlar ve çıktılar esas alınarak hazırlanmış ders kitaplarının müfredata girmiş olacağını ”ifade etmişti Açıklamaya bakılacak olursa zorunlu din dersleri yine vahametini korumaktadır.
KATSAYI SORUNU
Türkiye’de eğitim özgürlüğünü baltalayan önemli meselelerinden biri de katsayı uygulamasıdır. Uygulamaya göre; İmam hatipler dâhil, meslek liseliler kendi bölümlerinin dışında bir bölümü tercih ettiklerinde puanları daha düşük bir katsayıyla çarpılıyor.
Son yıllarda bazı generallerin basına da yansıyan ses kayıtları ortaya çıktı. Bu belge niteliğindeki ses kayıtları generallerin eğitime olan müdahalesini ortaya koyan nitelikteydi. Bunlardan biri de 10 yıldır milyonlarca meslek lisesi öğrencisini mağdur eden katsayı engeliyle ilgili olanıdır.
Katsayı uygulamasının iptali için 2004 yılında AK Parti hükümeti bir yasa teklifi sunmuş ve bu yasa dönemin Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer tarafından veto yemişti. Basına düşen ses kayıtlarına göre; katsayı engeli 28 Şubat sürecinde Genelkurmay İkinci Başkanı olarak görev yapan Orgeneral Çevik Bir'in "İmam Hatip Liselerinin şube açmasını" engellemek amacıyla Mesut Yılmaz başkanlığındaki 55. hükümete uyarı yazıları göndermesiyle başlıyor. Çevik Bir, 14 Temmuz 1998 tarihli Yüksek Öğrenim Kurumu'na (YÖK) gönderdiği yazıda; "İrticai grupların istismarı" için ÖSS sisteminde değişiklikler yapılmasını istemiş, Kemal Gürüz başkanlığındaki YÖK ise 10 yıldır uygulanan ve tüm meslek liselerinin önünü tıkayan bu uygulamayı başlatmıştı.(15)
Uygulama 2010 yılında YÖK Başkanı Ziya Özcan’ın girişimleriyle azaltılmaya çalışılsa da Danıştay’ın kararlarıyla hala binlerce öğrenciyi mağdur edecek niteliktedir.
Zorunlu eğitim
2010 yılında gerçekleştirilen 18. Milli Eğitim Şurası'nda, zorunlu eğitim süresinin lise dahil 13 yıla çıkarılması, ilköğretim okullarında zorunlu eğitimin eskisi gibi 5+3 şeklinde kademeli olması, ortaöğretimde sınıf geçme yerine ders geçme sistemi getirilerek okulu erken bitirme olanağı verilmesi, haftalık ders saatlerinin azaltılarak teneffüslerin süresinin uzatılması konuları komisyon kararı olarak benimsendi. (16)
“Devlet ya da hükümet, lise öğretimi yaşındaki nüfusun yüzde yüzünü okullaştırmayı bir hedef haline getirebilir. Bu konuda fırsat eşitliği sağlamak, liseleri isteyen herkes için ulaşılabilir hale getirmek üzere plan ve programlar yapabilir, daha doğrusu yapmalıdır. Ama zorunlu kılması, yani toplumu oluşturan bireylerin iradesine doğrudan müdahale etmesi, özgürlükçüyüm diyen kimse tarafından savunulabilir mi? ABD'de, İngiltere'de, Kanada'da, Fransa'da, Belçika'da, Danimarka'da, Finlandiya'da, Macaristan'da, İtalya'da, Rusya'da, Norveç'te, Polonya'da, Portekiz'de, İsviçre'de, Avustralya'da böyle bir zorunluluk yok. Yani bu ülkelerde anne babalar çocuklarını okula göndermek zorunda değil.” (17)
Türkiye’deki mevcut eğitim sisteminin taşıdığı temel felsefe göz önünde bulundurulacak olursa eğitimin zorunlu hale getirilmesi meselesi daha net bir biçimde anlaşılabilir.Zorunlu eğitim bireyi farklı eğitim modelleri yönünden bir tercihle baş başa bırakmıyor.Egemen gücün isteği doğrultusunda şekillenmiş bir eğitim anlayışıyla yetiştirilmesini öngörüyor.
ABD, Kanada ve İngiltere gibi ülkelerde zorunlu eğitim dayatması giderek azalmakta ve “homeschooling” denilen “evde eğitim” modelleri üretilmekte ve giderek bu alan bir sektör haline gelmektedir.
Okulda şiddet
Türkiye son yıllarda evde, okulda ve sokakta şiddet olaylarının sıklıkla yaşandığı bir ülke durumuna geldi. Kadına şiddet uygulayan koca, öğrencisine dayak atan okul idarecisi haberlerini basından sıklıkla takip etmekteyiz. Mazlumder tarafından 2010 yılına ait Şiddet/Öğrenci olayları, Okulda Soruşturma, Okuldan Uzaklaştırma, Okuldan Atma, Kınama-Uyarı gibi alanlarda yapılan araştırmalarda; Türkiye’de 112 Okulda Şiddet/Öğrenci olayları,719 öğrenciye Soruşturma,68 öğrenciye Uzaklaştırma,27 öğrenciye Okuldan Atma,18 öğrenciye de Kınama-Uyarı verildiğini görmekteyiz.(18)
Okulda öğrenciye şiddet uygulayan okul idarecilerinin bürokrasiye, kurallara ve disipline aşırı önem vermeleri dikkat çekmektedir. Öğrenciler en çok kılık kıyafet, saç sakal ve kendi aralarında yaptıkları kavgalar nedeniyle şiddete maruz kalmaktadırlar.
NEFRET SUÇLARI VE EĞİTİM
Nefret suçları” uzun zamandır insan hakları aktivistlerini ve bu alanda mücadele eden hukukçuları meşgul eden bir konu. Nefret suçlarının ardında çok ciddi sayılabilecek şartlandırılmış duygu ve düşünceler yatmaktadır. Önyargı, ayrımcılık, dışlama, yok sayma gibi. Bu duygulardan hareketle nefret suçları genellikle sözlü taciz, tehdit edici davranışlar, nefretli konuşma, mesajla rahatsız etmek, fiziksel saldırı, grupça saldırı, soygun gasp, taciz, tecavüz, gözdağı verme, şiddet, kundakçılık veya bir şekilde zarar verme şeklinde sonu cinayete kadar varan olumsuz bir takım tavır ve tutumlarla kendini gösterir. Türkiye’de nefret suçlarına dönük sonu cinayetlere kadar varan bir dizi vahim olaylar yaşanmasına rağmen hala bu alanda hukuki düzenlemeye gidilmemektedir. Çünkü Türkiye’de hâkim ideolojinin ürettiği zihniyet hala farklı olanı dışlamakta, yok saymakta ve onları birer tehdit unsuru olarak görmektedir.
Müfredatıyla ve anlayışıyla nefret söyleminin beslendiği en önemli kurumlardan biri olan “Milli Eğitim” hala ders kitaplarına nefreti körükleyebilecek çapta konular yerleştirebilmektedir. Ders kitapları maalesef farklı ırktan, dinden dilden, renkten ve mezhepten olanlara karşı çocuklarda ciddi oranda bir önyargı aşılamaktadır. Örneğin; İlköğretim 8.sınıf İnkılâp Tarihi ders kitabında “İrticai Faaliyetler” ve “Misyonerlik Faaliyetleri” adlı başlıklarda misyonerlerin kendi dinlerine ait metinleri ücretsiz dağıttıkları ve görsel medyayı da propaganda aracı olarak kullandıkları bahsedilerek misyonerliğin devletimizin ve milletimizin birlik ve bütünlüğüne yönelik tehdit oluşturduğu ifade edilmektedir. Aynı şekilde irticai faaliyetlerin de içeriği doldurulmadan irticai faaliyetlerde bulunanlar tehdit olarak gösterilmiştir. Yani buradan rahatlıkla başörtüsü takan bir kadının ülkenin birlik ve bütünlüğüne yönelik tehdit oluşturduğu anlamı çıkabilir. Keza Ermeniler hakkında da olumlu bilgiler yer almıyor kitaplarda…
Özgür eğitim anlayışı kişisel iradeye ve tercihlere hem saygı duyar hem de bireyin sağlıklı gelişimine ciddi oranda katkı sağlar. Türkiye’de öğrenciler maalesef özgürlüğün, demokrasinin ve ortak yaşam kültürünün verildiği okul ortamlarından geçmediklerinden farklılıklara birer düşman gözüyle bakabilmektedirler. Ve ülkesinde yaşayan farklılıklara karşı da ciddi bir önyargı beslemektedirler. Bunun acı örneklerini maalesef yaşadık.
ANADİLDE EĞİTİM
Dil ve insan hakları ilişkisinde merkezi olgu anadildir. Anadil, bireyin ilk öğrendiği, ağırlıklı ve kalıcı bir şekilde hayatında kullandığı dildir. Anadilde eğitim hakkı, her bireyin doğal insan hakkıdır. Anadilde eğitim görme hakkı, yaşama, mülkiyet ve inanç gibi temel bir hak ve özgürlük kategorisidir. BM Genel Kurulu’nun 1993 tarihli ve 47/135 sayılı kararıyla ilan edilen Ulusal veya etnik, Dinsel veya Dilsel Azınlıklara Mensup Olan Kişilerin Haklarına dair Bildiri’nin 3. maddesinde; “Devletler mümkün olduğu kadar, azınlıklara mensup kişilerin anadillerini öğrenmelerini veya anadillerinde eğitim almaları için yeterli imkânlara sahip olabilecekleri gerekli tedbirleri alır” der. Ayrıca Avrupa Konseyi’nin 1995 tarihli Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi de azınlıkların eğitim hakkıyla ilgili olarak “Taraf devletler gerektiği takdirde kendi ülkelerindeki ulusal azınlıkların ve çoğunluğun kültürü, tarihi, dili ve dini hakkındaki bilgileri geliştirmek için eğitim ve araştırma alanlarında tedbirler alır” der. Kişilerin kendi özel eğitim ve öğretim kurumları kurma ve işletme haklarının da tanındığı bu tip maddeler göz önündeyken
Türkiye bölünme parçalanma paranoyaları yüzünden hala anadil eğitimi için gerekli hukuki düzenlemeleri yapmamıştır.
İnsanın ortak birikimleri ve değerleri arasında İnsan Hakları ve Çocuk Hakları Evrensel Bildirgeleri de vardır. Her iki bildirge de insanın eğitim ve anadilinde eğitim hakkına özel vurgu yapar. Eğitim hakkı, insani, temel bir haktır. Anadilde eğitim ise çocuğun sağlıklı gelişimi açısından vazgeçilmez öneme sahiptir. Uluslararası sözleşmelerde kendine yer edinmesi de bu yüzdendir. Bilimsel araştırma ve gözlem süreçlerinin sonucunda kendine özgü kavramları olan bir içeriği de kavuşmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 20 Kasım 1989’da kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni Türkiye 1990 yılında bazı maddelerine çekince koyarak imzalıyor. Çekince koyduğu maddelerdeki (17., 29., 30. Md.) hükümlerin en önemlileri ise şunlar:
“Kitle iletişim araçlarını, azınlık grubu veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik edilmesi” (17.madde (d) bendi)
Eğitimin “çocuğun ana-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi.” (29.madde (c) bendi)
“Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz”(30.madde) (19)
Batman Fatih Lisesi'ndeki bir grup öğrenci 4 Ocak 2011 tarihinde ana dilde eğitim görmek istediklerini belirterek, okul önünde kalemlerini kırarak protesto gösterisi düzenlemişlerdi.
Fatih Lisesi'ndeki öğrencilerden 50 kadarı ana dilde eğitim görmek istediklerini belirterek okul önünde toplandılar ve Türkçe ve Kürtçe, 'Dilsiz toplum onursuz toplumdur' yazılı döviz açtılar öğrenciler adına basın açıklamasını okuyan Masum Sonata, "Kürt çocuklar okul çağına geldikleri zaman, Türkçe bilmedikleri için cezalandırılmaktadır. Bunlar yetmiyormuş gibi öğrenciler baskı altına alınmaktadır. Her saban 'Ne mutlu Türküm diyene' andıyla çocuklar asimile edilmektedir. Kürt öğrencileri olarak anadilimizde eğitim görmek istiyoruz" demişti.(20) Bu tür eylemlerin dikkate alınmasında yarar vardır. Anadilde eğitim hakkı maalesef ayrılıkçı bir talep olarak algılanmaktadır. Zaten mevcut eğitim sistemi de bu tür paranoyak duygu ve düşüncelerin oluşmasında aktif rol oynamaktadır. Eğer çoğulcu ve çok kültürlü bir eğitim anlayışı devreye sokulmuş olsaydı bu türden olumsuz duygu ve düşüncelerde olmayacaktı. Neticede anadilde eğitim sorunu Türkiye’de 2011 yılı itibariyle hala çözülemedi.
Eğitim Finansmanı
Türkiye’de anayasaya göre; ilköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır. Türkiye’de eğitimin parasız olması meselesi yıllardır tartışılan bir meseledir Sorunun kaynağını ise ‘ekonomi’ oluşturur. Yani sorun daha çok ‘kaynak yetersizliği’ olarak ele alınır. Burada da iki farklı görüş ortaya atılıyor. Birincisi; eğer devlet eğitim parasızdır diyorsa bunun içini tam olarak doldurmalıdır. Yani bedava kitap dağıtımının yanı sıra öğrencilerin yemek, servis ve kırtasiye giderlerini de karşılamalıdır. Aynı zamanda okullara hizmetli, marangoz, güvenlik ve sağlık memuru da atamalıdır. İkincisi ise; kaynak yetersizliğinin fakir bir ülke olan Türkiye için sürpriz bir durum olmadığı gerçeği. Yani her yıl 1,5 milyon çocuğun sisteme katıldığı, 15 milyon çocuğun sistemde olduğu bir yapıyı dar bütçesiyle devlet tek başına kaldıramıyor. Kaldıramadığı içinde eğitim kurumlarında sürekli kalite düşüşü gözlemlenmektedir.
Türkiye’de devlet okul yapıyor, eğitimcilerin maaşını ödüyor, bedava kitap dağıtıyor geri kalan okul masraflarını karışmıyor. Bu yükü okul idarecilerinin sırtına yüklemeyi yeğliyor. Aslında örtülü şekilde devlet eğitimi paralı hale getiriyor çünkü Türkiye’de velilerin katkı sağlamadığı hiçbir okul yok. Aksi takdirde okullar iflas eder. Ancak buna rağmen Bakanlık her yıl genelge yayımlayarak velilerden para toplanmasını yasal suç ilan ediyor. Para toplayan müdürler hakkında yasal işlem başlatacağını söylüyor. TV aracılığıyla da velileri okullara para vermemesi konusunda uyarıyor. Oysa her yıl bütçeden MEB’e ayrılan miktar bellidir. Bu miktar eğitim parasızdır denilen bir ülkede gerçektende okulların tüm ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalıyor. Kısacası devlet vatandaşına bedava eğitim hizmeti sunamıyor. Peki, bu durumda ne yapılmalı? Ne tür çözüm önerileriyle bu sorunun üstesinden gelebiliriz? Okulu küçük bir fabrika gibi düşünecek olursak piyasaya kaliteli ürün çıkartmak ve bunları pazarlamak için mutlaka okulun masraflarının karşılanması gerekmektedir. Yerel yönetimler, sanayiciler, okulun etrafındaki esnaflar ve veliler okullara kaynak aktarmalıdırlar. Parasız eğitim yaklaşımı, politikacıların ucuz oy avcılığı için kullandıkları bir mesele olmaktan çıkartılmalı ve ülke ekonomisi göz önünde bulundurularak daha gerçekçi, sivil, demokrat ve liberal çözüm önerileri sunularak meseleye yaklaşılmalıdır. Aslında parasız eğitimin ardında saklı olan gerçek toplum ve birey üzerinde bürokrasinin egemenliğinin daha fazla pekiştirilmesidir.
Devletin eğitime müdahalesi ve tekeli altında tutmasının nedenleri arasında ‘yoksullar yararına’ olduğu söylenir ancak durum hiçte öyle gözükmemektedir. Ülkemizde veliler çocuklarının eğitimini önemsiyorlar ve oldukça ciddi paralar harcıyorlar. Artık öğrencilerin dershaneye gidişleri ilköğretim 4-5. sınıftan itibaren başlıyor. Lise son sınıfa kadar özel dershanelere harcanan paraları varın siz hesap edin. Türkiye’de ortalama bir öğrenci tam dokuz yıl dershaneye devam ediyor. Üstelik tam anlamıyla kaliteli bir ilköğretim ve ortaöğretim eğitimi de almamış oluyor. Veliler özellikle devlet okullarında çocuklarının düzgün, temiz ve kaliteli eğitim öğretim ortamlarında öğrenim görmelerini arzu ediyorlar. Ancak maalesef her şeyi devletten bekleyen, bedavacı bir zihniyetin kurbanı oluyorlar. Bugün okulların kaynak yetersizliğinden doğan bir yığın problemleri velilerin bu arzusunu gerçekleştirmede yetersiz kalmaktadır. Çocuklarına okulda tuvalete girmemesi konusunda uyaran birçok veli tanıyorum. Okul koridorları neredeyse toz bulutundan geçilmiyor. Güvenlik olmadığından çocuklara nöbet tutturulmaktadır. Buna kırılan cam, kapı pano vs. eklersek okulun acil çözüme muhtaç giderleri yukarıdaki okul müdürünün de ifade ettiği gibi bir hayli yekûn tutmaktadır. Ve Türkiye’de birçok okul hemen hemen her dönem bu tür sorunlarla boğuşmaktadır. Şüphesiz bu durumda kaliteli eğitim öğretim ortamı oluşturmak neredeyse imkânsız bir hale gelmektedir.
Okullar acilen kaynak olarak velilere dönmek mecburiyetindedir. Her ay toplanacak çok cüzi miktarlarla bu sorunların büyük bir çoğunluğu giderilir. Bunun adına ister ‘katkı payı koyalım’ ya da başka bir şey ama mutlaka kaynak olarak velilere dönmek zorunluluğu söz konusudur. Ancak bir taraftan da veliler okullarda çok ciddi denetçi rolünü üstlenebilmelidirler. Okul ortamında her bakımdan etkili olmalıdırlar. Parayı verenin sistemin işletilmesinde, sorunların çözümünde, paranın harcanmasında söz sahipliği hakkı doğmalıdır. Karar alma süreçlerinde roller üstlenmelidirler. Öncelikle okul dernekleri aktif hale getirilmeli ve paranın harcanması, kontrolü tamamen velinin yani okul derneğinin elinde olmalıdır. Veli ekonomik yükünü paylaştığı okulun aynı zamanda yönetimini de paylaşabilmelidir. Okulların yerel yönetimlere devri konusu ise tekrar gündeme getirilip tartışılmalıdır.(28.09.2009 Radikal Gazetesinde yayımlanan“Parasız eğitim eğitimde devlet tekeli demektir” adlı yazıdan sadeleştirilmiştir)
SONUÇ:
Devletin kurguladığı ve müdahil olduğu bir eğitim sisteminin merkezinde doğal olarak “itaat” yer alır. Matematik dersinde bile bireyin milli meselelere yönlendirildiği bir ülkede eğitimin demokratikleştirilmesi meselesini mutlaka konuşmamız gerekmektedir. Merkeze insani vasıfları, farklılıkları, düşünceyi, liberal demokrasiyi, evrensel insan haklarını almayan bir eğitim sisteminden bireyin ve toplumun eğitilmesini, insanlaşmasını ve özgürleşmesini bekleyemezsiniz. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan farklı inanç, kültür ve anlayışa sahip bireyleri bir arada tutabilecek, her kitleye, düşünceye ve inanca hitap edebilecek bilimsel, özgür en önemlisi demokratik dünyayla bütünleşmiş bir eğitim politikası pekâlâ oluşturulabilir. Bunda korkulacak bir şey yoktur. Ülkemiz insanının, gençlerinin ve çocuklarının yeniden doğmalarına neden olacak ciddi ve anlamlı, evrensel ahlak, hukuk ve insan hakları kriterlerini dikkate alarak sivilleşmelerine öncelik veren bir eğitim sistemini devreye sokmak durumundayız. Gençlerin resmigeçit törenlerinde uygun adım marşla yürütülmeleri, nöbetçi öğrenci uygulamaları, ders kitaplarında yer alan militarist içerikli bilgiler en önemlisi de farklılıkların dışlanmasına dönük kazandırılan uygulamalardan mutlaka vazgeçilmelidir. Artık bu ülkede yeni ve farklı söylemleri devreye sokmalıyız.
Ekonomisiyle, müfredatıyla, ders kitaplarıyla devletten tamamen bağımsız okulların açılmasına imkân tanınmalıdır. Devlet, bu okulların müfredatlarını sadece insan hakları açısından denetleyebilmelidir. Bunun dışında okullar istedikleri müfredatı hazırlayıp topluma sunabilmelidir. İsteyen, ideolojik parasız okul da açabilir. İsteyenler kendi dinî inançlarına yönelik ve kendi dillerinin de öğretildiği eğitim de verebilmelidir. Neticede arz talep meselesi... Bugün var olan özel okulların müfredatını bile devlet belirliyor. Bu tekel kalkmalıdır. Türkiye'de yaşayan farklı kesimler, cemaatler vs. müfredatlarını ve eğitim politikalarını kendileri belirlemesi kaydıyla okullarını açabilmelidir. Neticede talep bulan okul devam eder, talep bulamayansa kapanır. Devlet okulları da olmalı ve işlevlerine devam etmelidir. Ve bu resmî okullar diğer özel okullarla rekabet edebilmelidir. Türkiye'de çeşitli eğitim kurumlarının kendi aralarında yapacağı rekabet hem eğitimin maliyetini düşürecektir, hem kalitesini artıracaktır hem de özgür düşünce kanallarını alabildiğine açacaktır.
İngiltere İşçi Partisi Genel Başkanı Tony Blair seçimlerden önce İngilizlere kaliteli eğitim vaat etmişti. Biz iktidara gelirsek diyordu Bilair “İngiliz çocuklarını dünya ile rekabet edecek şekilde yetiştireceğiz.” Ve iktidara geldiğinde yaptığı ilk iş olarak, devleti eğitim alanından mümkün olduğunca uzaklaştırmak oldu. Parasız eğitim devrinin kapandığını söyledi İngilizlere… Parası olmayanlara da özel krediler tahsis edildi. Vs. Neticede Demokratik dünyada devletler artık eğitime müdahalede bulunmuyor. Bakanlıklar öğretmen atamalarına bile karışmıyor sadece eğitimi genel olarak denetliyorlar burs ve para kaynakları bulmak için kafa yoruyorlar. Eğitim bölgelerdeki dernekler ve okul aile birliklerinin ortaklaşa çalışmalarıyla yürüyor. Devlet ev ve taşıt kredisi gibi eğitime yönelik kredi imkânları sunmakla meşgul. Artık komünist Çin’in bile eğitimden elini eteğini çekmeye başladığı bir zamanda Türkiye’de başta ana muhalefet partileri olmak üzere büyük bir çoğunluk eğitimin hâlâ devlet kontrolünde yapılması gerektiğini savunuyor. Bir bilim dalı olarak eğitimin her dalına müdahale edildiği 1950′li 60′lı yıllara ait yönetmelikleriyle eğitimi bireyler üzerinde bir kontrol aracı olarak gören bir anlayışıyla Türkiye, bu konuda dünya standartlarının bir hayli gerisinde..
Kendine güvenen, ülkesinde yaşayan kendi ırkından, renginden, mezhebinden ve inancından olmayanlarla önyargısız kurduğu sağlam ilişkilerin geliştirilmesine imkân sağlayan, bu anlamda ülkesinin bölünmesine karşı çıkan, birlik ve kardeşlik duygularını bilinçli bir şekilde yaşayan aklı başında bireylerin var olması için mutlaka aşılması gereken engelleri aşmak durumundayız. Dünyanın geldiği bu noktada çocuklarımıza hayata asker gözüyle bakmalarını sağlamakla ne bilimde, sanatta, ekonomide nede insan hakları alanlarında bir ilerleme sağlayabiliriz. Bu bakımdan farklı kültürlerin yaşadığı bir coğrafyada tek bir etnik kimliği öne çıkaran, milliyetçilik dozu yüksek bir yönetmelik olan andımızın ve ayrıca muvazzaf subayların girip ders verdiği Milli Güvenlik Bilgisi derslerinin kaldırılması elzemdir. Öğrenciler rahat hazır ol komutlarıyla hareket etmemelidirler. Ders kitapları yeniden gözden geçirilmeli ve içeriğinde yer alan antidemokratik bilgiler çıkarılmalıdır.
Kısacası Türkiye mutlaka eğitim felsefesiyle hesaplaşmak zorundadır. Resmi ideolojinin, baskıcılığın, militarizmin eğitim kurumları vasıtasıyla bireylere aşılanmaması gerektiğine dair eleştirilerimizi ve çözüm önerlerimizi oturup tartışmalıyız. Bir ülkenin farklılıklarla barışık, özgür bireylerini yetiştirmenin yolunun kuşkusuz özgürlükçü bir anlayışla şekillenmiş, hukukun, insan haklarının, liberal demokrasinin, bilimin, sanatın ve felsefenin doğru anlatımlarla kazandırıldığı bir eğitim sisteminden geçeceği bilinmelidir. Kısacası Türkiye’de eğitim özgürlükçü bir temele yaslanmadığı sürece sorunlarımızı çözemeyiz.
Kaynakça:
1- http://mevzuat.meb.gov.tr/html/88.html
2- http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/20360.html
3- http://mevzuat.meb.gov.tr/html/227.html
4- Ayşegül Altınay-Tarih Vakfı Ders Kitaplarında Militarizmhttp://www.tarihvakfi.org.tr/dkih/download/ayse_gul_%20altinay.pdf
5- (İlköğretim Sosyal Bilgiler 6 Ders Kitabı, Ankara: MEB Yayınları. Dilara Kahyaoğlu-Tarih Vakfı Araştırmaları)
6- http://www.taraf.com.tr/haber/milli-egitimden-seytan-ayetleri.htm
7- http://www.mazlumder.org/haber_detay.asp?haberID=8554
8- http://mevzuat.meb.gov.tr/html/17849_0.html
9- http://www.memurlar.net/haber/42844/
10- http://haber.mynet.com/detay/guncel/ilkogretimde-turban-gerginligi/483820
11-http://www.cnnturk.com/2010/turkiye/10/23/uskulden.ailelere.uyari.o.cocuklari.devlet.alir/594016.0/index.html
12- http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1044959&title=yorum-ufuk-coskun-laiklik-cikar-araci-olmaktan-nasil-kurtarilir
13- http://mevzuat.meb.gov.tr/html/225_0.html
14-(Prof Dr.İştar Gözaydın Tarih Vakfı Araştırmaları)http://www.tarihvakfi.org.tr/dkih/download/istar%20gozaydin.pdf
15- http://habervaktim.com/haber/51963/cevik_bir_ile_ilgili_sok_belge.html
Belge için bakınız: http://habervaktim.com/resim.php?id=13520&cat=1068&page=1
16- http://www.hurriyet.com.tr/gundem/16206889.asp
17- (Gülay Göktürk, Bugün Gazetesi) http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/126862-zorunlu-egitim-olmasa-olmaz-mi-makalesi.aspx
18- http://www.mazlumder.org/haber_detay.asp?haberID=9161
19- http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=10394
20- http://www.dha.com.tr/batman-fatih-lisesi-bir-grup-ogrenci-kalem-kirma-eylemi flashaber_133642.html